Tam 30 yaşındaydım. Sınır bölüğünde “vatani görevimi” yapıyordum. Askeri nizam içerisinde “hudut tekmili” nin ne anlama geldiğini öğrenmiştim. Kıbrıs’ın kuzeyi ile güneyi arasında 3-5 metreye düşen yeşil hattın kuzeyinde, zaman zaman Rum askerleri ile aramızdan geçen BM’nin devriye araçları ile sınırı koruyordum. Sorumluluk alanımdaki Rum askerlerinin tüm nöbet yerlerini biliyordum. Hiç kuşkusuz onlarda benim nöbet bölgemdeki tüm gözetleme noktalarını biliyordu. Kıbrıslı Rum askerler Türkçe küfürleri gayet iyi ezberlemişti. Tek kelime Rumca bilmeyen benim askerlerimde Rumca küfürler biliyordu. Asayiş berkemal olduğunda, yani komutanlar ortada olmadığında karşılıklı küfürleşmeler başlıyordu. Yasaktı küfretmek. Sınırdaki askerlerin gerginlik çıkarması yasaktı. Oysa sistem, canlı mermiler ile tuttuğumuz nöbet ve gerektiğinde aslarımıza “vur emri” verebileceğimiz öğretisi gergin olamayışımızı sağlıyordu. On saate varan nöbetler tutuluyordu. Dedim ya 30’lu yaşlarımdaydım ve vatani görevimi yapma yaşım gecikmeli de olsa gelmişti. Olgunluk, deneyim, dünya görüşüm askerlik öğretilerindeki sistem ile harmanlanıyordu. Nizamiye kapısının dışındaki Oshan ile bölükteki Oshan’ı birleştirip özellikle o bir yıl içerisinde karakterimden ödün vermeden, aykırı olmadan, sorun yaşamadan 365 günün bitmesi için geri sayım yapıyordum. Yaşları 17-18 olan Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumlar karşılıklı, gizliden gizliye bakışlar gönderip birbirine, ortak amaç için sınırda nöbet tutuşlarını izliyordum. Aslında nöbet tutuyordum ve bu ülkede barışa olan ihtiyacı, tam da ateşkes olan noktada soluyordum. Nöbet sırasında tehlikenin nereden geldiği veya nereden geleceği ile ilgili endişeler vardı. Ne acıdır ki endişe Rumlardan gelecek tehlike yönünde değildi. “Komutan gelse, nöbet yerinde incelemede bulunsa muhakkak bir açığımızı yakalar, başımız belaya girer, kesin bir açığımız vardır” korkusu yaşanırdı temas hattında. Üstelik komutanın gelişi sonrasında yanan ritüel ve düşmana meydan okuma, güç gösterisinden öteye geçmezken, avazın çıktığı kadar bağırarak okunan “Hudut Tekmili” faslı bir nevi sınav gibiydi. Rumları panikletip, “acaba kim geldi?” diye dikkatleri çekmek, endişelendirmek hatta korkutmak gerekirdi. Parola yöntemi ve benzer uygulamalarda askerleri gererdi o sınır nöbetlerinde. Herkesi düşman bildiğiniz askerlikte, astınız, üstünüz ve 3-5 metre uzağınızdaki yaşları 17-18 olan düşmanlarınız arasında çelişki yaşardınız. Askerlik hayatımda iyi bir mükellef olduğumu düşünüyorum. Mümkün olduğu kadar iyi bir abi olmaya çalıştım hep. Askerliğin bana çok şey kattığının özeleştirisini yapmam gerek. Kariyerimde büyük bir çatlak açan, ekonomik olarak bana darbe vuran, ruhsal olarak, sevdiklerimden ayıran o dönemde, sokakta görmediğim, tüm yaşamım boyunca konuşmadığım, sanırım kolay kolay yine ayni samimiyette bir araya gelemeyeceğim bir çok kişi ile paylaşımlarım oldu. Ülkemi korumak anlamında ne yaptım peki? Şüpheliyim yaptıklarımdan.