Meteoroloji, Türkçe adıyla “ hava bilimi, “ Ağustos cehenneminde yağmur yağacak tahmininde bulunuyor! Yağsın mı, yağmasın mı ikilemi içinde kendi kendime dırdırlanıp sisli puslu gökyüzüne bakarken, bir kaç iri damla “ şap “ diye saçlarımın iyice döküldüğü tepeme düştü! Meteorolojinin yağmur dediği hepsi bu muydu? Sabırla bekledim… Damlalar çoğalmadı! Kargalar çığlıklarla gökyüzüne doğru uçuştular… Bu mevsim ağaçlar, çalılıklar toz içinde, yaprakları solgun; su tutmayan, yeterli rutubeti olmayan yamaçlarda küçük ağaççıklar kurumaya yüz tutmuş… Şimdi, tam da bu Ağustos sarı sıcağında… … birkaç saatlik bir yağmur, ağaçlardaki tozu toprağı yıkar, kurumuş, suyu – nemi çekilmiş toprağa can verirdi! Yurdumun başka yerlerine yağdı mı, bilmiyorum! Bizim tarafa uğramadı… Dinsizimiz, ursuzumuz, hırsızımız, şerefsizimiz yoktur buralarda! Allaha şükür, ezanımız günde beş vakit megafonlarla düzenli olarak okunuyor! Bu yüzden, “ mübarek niye buralara yağmadı? “ diye üzülüyorum… Yoksa benim bilmediğim, anlamadığım başka günahlar mı işleniyor? İlahi adaletin yargıladığı, cezalandırdığı başka suçlar, suçlular mı var aramızda? *** Küçücük ülkemizde, büyük su sorunu yaşanıyor! Elinden gelen her şeyi halkı için yapan, gecesini gündüzüne takan belediye başkanlarımız var… Karınca gibi çalışkandırlar; ama bu yaz sıcağında, üç güncüksu kesintisi olursa, vay haline! En başarısız, en basiretsiz, en iş bilmez başkan oluverir. Herkesin gözünde küçülür, “ seçmez olaydık “ bedduaları arasında küfür yer! Böyle durumlarda, halkın öfkesi dininceye kadar kaçıp kaybolmak en iyi çaredir! Neden mi? Belediye başkanlığım dönemlerindeki deneyimlerimden bilirim; anlatmak için yırtınsanız bile, sizi anlayan bir tek Allah kulu bulunmaz! Anımsıyorum… Kurak geçen susuz yazın birinde, şirret mi şirret, rezil mi rezil, dili küfürbaz erkek dilinden daha zehirli bir bayan, elinde çamaşır sepeti ile kapıyı çaldı, açtım; “ – Buyurun, ne vardı? “ demeye kalmadan… “ – Bre, anasını avradını şey ettiğim pe….gi, leş gibi koktuk bu yaz günü, al bu çamaşırları yıka, yoksa dünyayı başına yıkarım!” diyerek, elindeki çamaşır sepetini kapının içine savurdu. İç çamaşırları, donlar, atletler, yastık kılıfları, peşkirler verandaya saçıldı… Şirret kadın, çekip gitti; kapının içinde apışıp kaldım… *** Sonra ne oldu, diye merak edenleriniz olmuşsa, anlatayım… Kirli çamaşırları temizleyiciye verdim; bir güzel temizleyip iç çamaşırlarına kadar ütülettim! Temiz, parfüm kokulu çamaşırları sinirli bayanın evine gönderdim! Sinirli şirret bayan, selam gönderdi; “ – Başkanına söyle, bir kahveyi şimdi hak etti, gelsin barışalım! “ Barışabildik mi?