Öküz, inekten güçlüdür. Ama ne ineğini döver ne de, danasını. Erkek eşek de dişi eşekten güçlüdür. Ama o da, asla, dişisini dövmez. Tabi sıpasını da. Siz hiç dişisini ya da yavrusunu döven bir hayvan gördünüz mü? Ya da, aşağılayan? Dövmezler, hayatlarını paylaşırlar. Çünkü onlarda, aşağılık kompleksi yoktur. “Yuvayı dişi kuş yapar” ayrımcılığını bile insanlar çıkarmıştır. Erkek kuş, kurumuş dal toplar, dişi kuş bu dalları örer ve yuvayı birlikte yaparlar. Hiçbir erkek kuş, dal taşıdığı için kendisini güçlü görüp, dişisini dövmez mesela. Dişisini döven tek canlı, insan kılığında yaratılmış olmasına rağmen, insani özellikler taşımayan yaratıklardır. Kadından ve çocuklardan, fiziksel olarak daha güçlüdürler ancak acizdirler. Güçlerini, akılları yönünde kullanan erkeklerin aksine, hiçbir işe yaramadıkları için, güçlerini, şiddet yönünde kullanırlar. Böylece, hem kendilerine, hem de çevrelerine, erkek(!) olduklarını kanıtlamaya çalışırlar. Oysa ki; insan bile değildirler. Zaten, insan olamadıktan sonra, erkek olmak da bir marifet değildir. Gerçekte, acizlikleri ile yüzleşecek güçleri bile yoktur ama ne var ki, yaşadıkları toplum eğer ki, gelişmemiş bir toplumsa, güçlerini, ya toplumun şiddeti meşru görmesinden; ya da sessiz kalışından alırlar. Yani, dolaylı olarak bu yaratıklara güç veren, gelişmemiş ama gelişmişlikten dem biçen toplumlardır. Kadın, dayak yer ama susar. Dayak yemeyen kadın da susar. Erkekler de susar. Çocuk dayak yer, herkes susar. Kadın ölür. Çocuk ölür. Ama herkes susmaya devam eder. Konuşan da, dövene mazeret arar. Çünkü bu, şiddetle savaşmaktan daha kolay bir yoldur. “Kim bilir ne yaptı ki; hak etti dayağı” der ve geçer. Sonra, suskunlardan biri daha , gördüğü şiddetten ölür. Diğerleri yine susar. Oysa ki, her bir suskun, şiddetten öldürülmeye adaydır. Nilgün Urhan gibi. O da gencecikti. Belki geleceğe dair umutları ve yaşama sevinci vardı. Belki de gidecek yeri yoktu. Koca dayağından kaçarken, balkondan düştü. Ve masum bir kadın daha öldü. Aslında, öldürüldü. Şiddeti, kendisine verilmiş bir hak olarak gören kocası ve şiddeti meşru gören toplum tarafından öldürüldü. O yüzden de, bu ölüm hiç konuşulmadı. Gündem olmadı. Hiç kimsenin dikkatini çekmedi. Çünkü O, sadece bir kadındı. Erkeklerin her konuda her türlü hakka sahip olduğuna inanılan bir toplumda yaşamaya çalışan bir kadın. Toplumun, suskunluğu ve duyarsızlığı ile öldürülen bir kadın. Tıpkı, şubat ayında, Mersin’de, yine koca dayağından kaçarken balkondan düşüp ölen, Emine Ertaş Erdem gibi. Kocaeli’nde, koca dayağından kaçarken balkondan düşen Gülten Coşkun gibi. Bulundukları mekan ya da isimleri değişen, ama yaşadıkları toplumun onlara yazdığı kader hiç değişmeyen, şiddetten ölen diğer kadınlar, çocuklar ve erkekler gibi. Masumlar, öldürülüyor, toplum normalmiş gibi susuyor. Ama bir kadın, makam şoförü oldu diye, olay oluyor. Toplum, normal olanı anormal, anormal olanı da normal görüp, alkışlıyor. Sonuçta, kadının, toplumdaki yeri değişmiyor ama vicdanlar rahatlıyor(!) Vicdanları rahat olmayanlar ise, insan olmayı erkek olmaktan üstün gören erkekler ve şiddetin acısını yüreklerinde hisseden kadınlar. Aslında, insanı, kadın ve erkek diye ayırmayanlar. Şiddettin yerine sevgiyi koyup, tüm canlılara saygı duyanlar. Ama azınlıktalar. Çünkü çoğunlukta, dilde insan haklarını savunan ama erkek olmanın ayrıcalığından da vaz geçmeyen erkekler(!) ile , ya şiddeti kabullenen ya da bulunduğu konumdan memnun olan kadınlar var. Kısacası özde, samimiyetsizlik ve cehalet var. O yüzden de, şiddet var ve ölüm var.