Siz var ya, siz!

Ediz TUNCEL

Trump zırlanmış da, verin papazı yoksa papaz oluruz demiş da, Türkiye’den ABD’ye giren çeliğe bilmem neye vergileri artırmış da, sansasyon olmuş da, dolar fırlamış da...

Sallayın palavrayı, tutan mı var!

Yalandan kim ölmüş...

Kardeşim, 2000’li yılların başında Ecevit hükümeti döneminde bu ülke resmen iflas etti...

Niye?

Cumhurbaşkanı Sezer Başbakan Ecevit’e anayasa kitapcığını fırlattığı içindi güya!

Çevirin şişi da yanmasın kebap...

Fetullah’a “değerli adam”, Ülkücülere “aslında idealist çocuklar”, solculara “dünya görüşüne sahip entel çocuklar” diyen, ama aslında bir bakkal dükkanını bile yönetmekten  aciz bir adam bir ülkeyi yönetiyordu, ülke battı, bitti...

Amerika’nın Yeşil Kuşak ve Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir parçası olarak AKP iktidara geldi.

Gelir gelmez de ülkenin özkaynaklarını, milli kaynaklarını, gelir getiren herşeyi özelleştirerek, yabancılara, özellikle de İngilizlere, Almanlara, Fransızlara, Yahudilere, Araplara, Yunanlılara satarak ülkeye sıcak para girişi sağladı, böylece ülkenin ekonomisinin önemli bir bölümü yabancıların eline geçerken Ecevit döneminde iflas ettirilmiş ülkeye biraz sıcak para girişi sağlandı, geçici bir nefes alma sürecine girildi.

Tabi, ülkenin borcu harcı da tavan yapmış vaziyetteydi, Ecevit’in ondan öncekilerin bıraktığı dış borç toplamı 200 milyar dolarları buluyordu.

AKP yönetimi daha uzun vadeli borçlar alarak bu borçları ödedi, ancak sadece tüketime yönelik ve hazıra konmaya yönelik bir süreç başlattı, üretimi nerdeyse sıfırladı, ülke dışa bağımlı hale geldi, gereksiz  ve tamamen şov amaçlı yatırımlarla cevizcinin çuvalından harcanır gibi devlet kaynakları tüketildi, Karadeniz bölgesindeki HESler gibi çoğu yatırım geriye bir felaket olarak döndü, meydanı boş bulan ve aslında Amerika’nın Yeşil Kuşak projesinin de bir parçası olan  tarikatlar ve cemaatler ülkeyi ve sokağı düpedüz ele geçirdi, sözde dindar ama kindar ve rantçı bir oluşum ülkenin her yanını sardı, başta Alman ve Fransız vakıfları olmak üzere, Türkiye üzerinden rant elde etmeye çalışan AB ülkelerinin kurduğu vakıflar ve ajanlar Türkiye içinde cirit oynatmaya ve dengeleri işlerine geldiği gibi etkilemeye başladı,  Amerika’nın ayak oyunları ülkeyi her yönden sarsmaya başladı, PKK terörü açılım süreci denen maskaralıklar sürecinde  göreceli bir sinme dönemi geçirdi, ancak Amerika’nın start vermesiyle çok daha şiddetli bir şekilde geri geldi ve ortalığı kasıp kavurdu, sadece PKK ile sınırlı olan dış destekli terör örgütleri sayısı İŞİD ve FETÖ de eklenince  üçe çıktı, Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi yüzünden Ortadoğu darmadağın olunca Türkiye’nin Ortadoğu ülkeleriyle, özellikle de komşularıyla olan ticareti ve siyasi ilişkileri büyük darbe yedi, bulanık sularda balık avlamayı, sisli havalarda avlanmayı seven, kaotik ortamlarda fahiş karlar elde eden ticaret erbabı bu süreçte gıkını bile çıkarmadı, rantına baktı, günün sonunda ekonomik açıdan ülkenin altyapısı ve kaynağı diye birşey kalmadı, giderek kıskaca alınan ve çaresizleşen iktidar ve diğer siyasi oluşumlar tavırlarını giderek sertleştirmeye başladı, huzur tamamen bitti, tam da bu noktada spekülatörler devreye girdi ve Türk Lirası’nı tamamen bitirmek ve BOP’un son ayağı olan Türkiye rejimini yerle bir etmek için operasyon başlatıldı...

Türkiye’nin ekonomik temelleri mahvedilmemiş olsaydı bu operasyon tutar mıydı, hayır tutmazdı...

Gelelim şu kendini ekonomist sanan, hesap kitap ve veri konusunda çok konuşan ama işin özünde, hatanın nerde yapıldığını asla söylemeyen, bulanık suda balık avlayıp da rantını elde etmeye odaklanan  çok bilmişlere...

Ekonominin birinci kuralı, sisli havada ortaya çıkan fırsatan istifade edeyim de biraz daha açılayım, belki günün sonunda bir koyup üç alırım diyerek alabileceğin maksimum riskin ötesine geçmemektir, fırsatçılık edip kumar oynamamaktır.

Alabileceğin risk sınırı bellidir, o sınırı geçersen kırılgan ve kaypak bir zemine girersin, arkan ve altın da sağlam değilse, dayanağın da yoksa, kaybedersin...

Eğer böylesine kırılgan bir zeminde fırsatçılık yapayım dersen ve üzerinde dansettiğin temel de sağlam değilse, bir koyarsın, sonra da papazı alırsın, kafana giydiğinle kalırsın,  bu kadar basit...

Bugün Türkiye’de olan budur...

Ekonomiyi ve parayı elinde bulunduran kesimler bugünkü ekonomik çöküntünün en az siyasiler kadar sorumlusudur ve suçlusudur.

Bu çöküşü onlardan iyi kimse göremezdi, ama önceliği kamu ve ülke menfaatine değil, her zamanki gibi kendi rantlarına verdiler, siyasi istikrarla ekonomik istikrarın kol kola yürümesi gerektiğini ve birbirini dengelemesi, kollaması gerektiğini ısrarla görmek istemediler, ne olursa olsun benim rantım daha önemlidir dediler...

Sonuçta tüm sektörler ve devlet çakıldı kaldı...

Muhalefetteki omurgasız sürüsü de, değil bir ülkeyi ya da siyasi parti denen çetelerini, tarikatlarını bile yönetmekten, hatta bir mahalle bakkalını bile yönetmekten aciz oldukları için bu süreçte sadece havanda su dövdüler.

Şu anda öyle bir felaket noktasına gelindi ki, artık dökülen süte ağlamanın, bu felaketin sorumlularını aramanın, hesap sormaya kalkmanın (ki bu aşamada sorsan ne yazar, sormasan ne yazar)  zerre kadar ecele faydası yok.

Yapılacak tek şey ekonomik bir ohal ilan etmek, yerli üretimi var gücümüzle desteklemek, ithalatı olabildiğince kısmak, yabancı malı değil de yerli malını desteklemek,  dışarı para kaçışını her şekilde engellemek, iğneden ipliğe herşeye zorunlu bir fiyat uygulaması başlatmak ve fiyatları olabildiğince zorunlu olarak aşağı çekmek ki milletin elinde milli parası kalsın, ekonomideki tüm kaçakları tıkamak  ki buna özellikle doğu ve güneydoğu bölgelerinde kullanılan muazzam boyuttaki  kaçak elektrik kullanımı da dahildir, gereksiz tüm yatırımları durdurmak veya iptal etmek, her şekilde dert çıkaran Amerika’nın bölgedeki varlığına aynı şekilde dert çıkarmak, göze göz dişe diş bir uygulamaya girişmek,  NATO’dan çıkmak ve Rusya-İran-Suriye-Türkiye dörtlüsü olarak bölgede Amerikan emperyalizmine karşı yeni bir güç dengesi oluşturmak, Kıbrıs’ta vitrinlere oynama ve abuk subuk argümanlar üretme, yıllar yılıdır ikiyüzlü bir şekilde Rumlarla gündüz kavga edip gece hırsızlığa beraber çıkma politikasından derhal vazgeçmek ve akılcı bir çözüme gitmek, AB ile ilişkileri de buna paralel olarak düzeltmek ve ülke rejimini ve yasalarını AB ile uyumlu hale getirmek, bir an önce Amerika’ya alternatif bir süper güç olarak oluşturulan AB’ye üye olmaya bakmak...

Türkiye bunları daha önce yapmış olsaydı, en azından bunları yapmaya AKP’nin iktidara geldiği dönemde yapılmaya başlansaydı, bugün Türkiye bir AB ülkesi olacaktı, yalnız ve yalnızlaştırılmış olmayacaktı ve Amerika AB’nin bir ülkesine bu kadar açıktan saldırmaya cesaret edemeyecekti...

Şimdi ise bunca kırılgan bir durumdayken komşularıyla ilişkileri çok kötü olan, AB ile ilişkileri çok kötü olan, Amerika ile ilişkileri çok kötü olan bir Türkiye her şekilde yalnız kalmış ve kıskaca alınmış bir durumdadır...

Bu aşamada yapılacak birinci uygulama, yukarda bahsettiğimiz gibi içe dönük ve milli ekonomiyi kalkındırmaya yönelik bir politika izlemek, ikinci uygulama ise siyasette ve dış politikada vitrinlere oynama yerine akılcı politikalar üretim, bardağın boş tarafına değil, dolu tarafına odaklanmaktır.

Bunlar yapılırsa Türkiye bir sene içinde düzlüğe çıkar, yapılmazsa Titanik gibi denizin dibini bir daha çıkmamak üzere boylar...

Ve son söz: sisli havalarda, bulanık sularda avlanmayı ve rantına rant katmayı seven, alemin akıllısı geçinen sözde ekonomistler ve ticaret erbabı...

Siz yok musunuz, siz...

Siz ne menem şeymişsiniz aslında belanın Allahısınız, belanın ve felaketin ta kendisisiniz ki koskoca bir ülke bu hale geldi...

Sayenizde...