Hafta boyunca seçim sonuçları hâlâ “askıda tutulurken”, döviz kurunun da askıda durduğunu söylemek yanlış olmaz. Piyasalar beklemede. Seçim ertesinde geçen hafta döviz kurları iniş-çıkışla dalgalansa da başladığı yerde; dolar 5.60 seviyesinden, Euro kuru da 6.30 seviyesinden kapandı. Bir önceki hafta swap piyasasının altüst edilmesi nedeniyle haftanın ilk iki gününde yüksek swap faizleri kur yükselişini dizginledi. Sonrasında ise dalgalanmalar yaşandı.
Dalgalanma nedenlerinden biri, seçim sayımına dair Büyükçekmece ilçesi için yapılan iptal başvurusunun, İstanbul büyükşehir belediye başkanlığı seçim sonuçlarının iptali için istendiğinin sanılmasıydı.
Yanlış anlama ile ortaya çıkan “piyasa tepkisi” aslında şunun da bir göstergesi: Demokrasi adına elimizde kalan kurumlardan sonuncusu seçim ve sandık; buradan çıkan sonuçların devlet gücünü de elinde bulunan kaybeden tarafça kabullenilmemesinin getireceği sonuçlar fiyatlanıyordu. Neyse ki yanlış anlama düzeltildi de fiyatlamanın nereye gidebileceğine tanık olmadık.
Piyasalar seçim sonuçlarının sandıktan çıktığı gibi tescil edilmesini, sonrasında da Ankara’nın nasıl bir ekonomi politikası rayına geçeceğini görmeyi bekliyor.
Piyasalar durup bekliyor ama haftalardır yurttaşlar tarafında görülen şu: Tasarrufçu durup bekleme eğiliminde değil. Türk halkı döviz almaya devam ediyor. Merkez Bankası verilerine göre, seçim öncesi haftada yerleşiklerin bankalardaki döviz hesapları 2.6 milyar dolar arttı. Böylece, yılın ilk üç ayında tam 20.9 milyar dolarlık artışla 181.9 milyar dolara ulaştı. Bu mevcut veri setinde, son 6 yılın rekor seviyesi. Bankalar, müşterilerine döviz satmaları halinde kurallar gereği kendi pozisyonlarını da dengelemek için bunu yerine koyarak döviz satın almak zorunda. Bu yüzden, kur artışında “dış güç” arayan Ankara’nın, “iç güçleri” neden TL’de tutmaya yeterince ikna edemediğini düşünmesi gerekir.
Cuma günü açıklandığı hali ile Reuters’in 28 kurumun katılımı ile derlediği ankete göre, dolar kurunun Eylül sonunda 5.9250, bir yıllık sürede ise 6.25 seviyesine çıkması bekleniyor.
Ankara, ekonomik sorunlara temelden çözümler yerine semptomların görünürlüğünü bastırıp azaltmaya çalışırken, keyfi yönetim, bıçak sırtına getirilen jeopolitik riskler de bu beklentileri besliyor, yurttaşlar tasarruflarını hızla dövize kaydırıyor.
Şaplağı kim yedi?
Türk bankacılık sisteminde krediler TL ağırlıklı verilirken, bunu karşılayacak kadar TL mevduat artışı olmuyor. Ankara tarafından yüksek enflasyona karşın bankalara baskıyla TL faizlerinin aşağı çektirilmesi ve enflasyonu düşürecek bir çizgide olmayan “orta yolcu” bir para politikası nedeniyle tasarrufçuların dövize yöneldikleri görülüyor. Bankalar uzun zamandır TL kredi verebilmek için TL kaynağa, bunun için de artan döviz hesaplarını kur riski almadan TL’ye çevirmek zorundaydı. Bunun için de swap piyasasını kullanıyorlardı.
Mart ayının ilk üç haftasında Merkez Bankası’nın döviz pozisyonunda 6 milyar dolara yakın düşüşle 7.2 milyar dolarlık rezerv kaybı görülünce “arka kapıdan” kamu bankaları eliyle döviz satışı yapıldığı belirgin hale gelmişti. Bu da döviz kurunu yukarı atmıştı.
Ancak Ankara’da ekonomi yönetimi örtülü bir kur müdahalesinin ne denli güven sarsıcı bir durum olduğunu idrak etmek yerine, söylemlere de yansıdığı haliyle “paramıza saldırı var, o zaman TL vermeyip bunlara bir tokat atalım” biçiminde bir duruş sergilemişti. Yabancı bankaların TL’ye erişimi, Türk bankalarına fısıldanan “telkinle” kesilip, Londra’daki swap piyasasında faizlerin yüzde 1200’e çıkmasına yol açılmıştı.
İyi de bu swap piyasasını Türk bankaları da kullanıyor; Londra’ya döviz borç verip Londra’dan TL borç alıyorlardı. Zira son yıllarda TL kredilerin kaynağı da Londra’daki bu piyasaydı.
Ankara, Türkiye’den oraya TL akışını keserek Londra piyasasında tokadı yabancı bankalara attığını düşünürken, Türk bankalarının ensesinde patlayan bir şaplağa dönüştü bu yasakçı adım. Orta vadede de TL’nin konvertibilitesine ağır bir hasar vererek.
Ne mi oldu? Londra’da swap piyasasında faizler yüzde 1000’lere vurunca Merkez Bankası apar-topar kendi bünyesindeki piyasada bankaların döviz getirerek TL almalarını sağlayan swap pazarında limitleri hızla yükseltti; bankalar Londra’daki kısıntıdan ve faiz patlamasından etkilenmesinler, bu arada da kendi döviz rezervlerini güçlendirme fırsatı çıkar diye.
Şeffaflık kaybından kur baskısı
Bu pazarda geçen işlemleri not eden uzmanlar, bankaların 25 Mart'tan 29 Mart’a kadar olan zaman diliminde Merkez Bankası’na 9.5 milyar dolar getirerek TL aldığını hesaplıyor.
Oysa bu dönemde Merkez Bankası’nın döviz rezervlerinde bu kadarlık bir artış olmadı; artış sadece 2.9 milyar dolar oldu. Peki gerisi neredeydi? Yoksa “arka kapıdan” döviz mi satılmıştı? Bilmiyoruz. Şeffaflık da yok. Bunlar piyasa uzmanlarının seslendirdiği sorular.
Merkez Bankası şeffaflığı elden kaçırdıkça piyasa uzmanları ve ekonomistler arasında kaygılar yükseliyor.
Cuma günü açıklanan verilerden anlaşıldı ki, Mart'ın ilk üç haftasındaki rezerv kaybına “kamu enerji şirketleri ve dış borç ödemeleri” açıklaması getiren “adının açıklanmasını istemeyen bir Merkez Bankası yetkilisinin” söyledikleri de doğru çıkmadı. Hazine kendi dövizini kullanmış, kamu enerji şirketleri de rutin döviz alımlarını yapmış. Merkez Bankası’nın cuma günü açıkladığı verilere göre kamu enerji şirketlerine mart ayında satılan döviz miktarı 784 milyon dolar olmuş.
“Arka kapı” politikası, “sopayla” faiz belirleme, sermaye hareketlerinde “cadı avı”, Merkez Bankası’nın bilanço verilerinde açıklanamayan muğlaklıkla bir araya gelince, seçim öncesinde kurum ve kuralların altını boşaltan Ankara’nın seçim sonrasında açıklayacağı bildirilen “yapısal reform” iddiasının hiç de elle tutulur tarafı kalmıyor.
Metropol seçimlerini kaybeden, kaybettiğini kabullenemeyen, elindeki kamu gücünü içtihatların tersine işlemesi için baskı aracı haline getiren bir iktidarın, reform yapmasının olanaksız olduğunu da not edelim.
Belki de içeriği değil ama birkaç sayfalık renkli-şemalı cafcaflı sunum sayfası kalacak akıllarda.
Uğur Gürses
©Deutsche Welle Türkçe