Sulu gözlü oldum

Oshan SABIRLI

Şu sıralar anlatılmaz bir ruh hali içerisindeyim. Üstelik bir şeyler anlatırken bile gözlerimden seller boşalıyor. Hatta “erkekler ağlamaz” sözünü kendi kendime sok sık söylemeye, ruhuma söz geçirmeye çalışıyorum. Hafta sonları, mümkün olduğu kadar daha sakin, hayatın güzel yanlarını gösteren yazılar yazmaya çalışıyorum. Amaç, hayatın içinde bu kadar çok gergin, huzursuz, mutsuz olay varken, yaklaşık 300-350 kelimelik bir yazının hayatımızı daha da karartmamasından başka bir şey değil. Ancak 2-3 gündür maalesef hep mutsuz, tatsız yazılar yazıyorum. Tadım kalmadı. Soma beni mahvetti. Gazetecilikte en nefret ettiğim haber konuları arasında olmuştur trafik kazaları. Bu güne kadar, kaç trafik kazası haberi yazdığımın sayısını bile hatırlamıyorum. Hayatının baharında göçüp giden insanların, metal yığınları içerisindeki görüntüleri çekmek zorunda olduğumuzdan, o anlar aklımızdan çıkmıyor. Bu haberler hep en zor haberlerim olmuştur. Haber seçme lüksümüz yokken, bir gazeteci için ölü bedenleri, parçalanmış vücutları görmek kadar kötüsü olamaz sanıyorum. Üstelik yaşadığınız o haber dakikaları hayatınıza kazınır. Dengemizi bozar, kalbimizi taşlaştırır. Siz olayları, insanlığınızı işin içine katmadan yapmaya çalışırsınız. Başarır mısınız? Orası muamma. Yıllar önce, Karpaz’da batan bir mülteci gemisi için Lefkoşa’dan yola koyulmuştuk. Sahildeki cesetler ve ceset torbaları şimdi bile aklımda. Üstelik, ayni teknede bulunan ve kurtulan, yalınayak mültecilerin, polis karakolundaki yürüyüşlerini, korkularını, pişmanlıklarını şimdi bile hissediyorum Gazeteci olmak çok sağlam yürek ister. Her çalan sirende, ambulans veya itfaiye aracında refleks olarak gerilirsiniz. Bir yanınız “haber” diye söyler öte yanınız “umarım kimseye bir şey olmamıştır” yorumunu yapar. O an boş veremezsiniz ve rutin hayatınıza devam edersiniz. Bu güne kadar kaç eyleme gidip, diken üstünde oturduğumuzu bilmeyiz. “Bir olay çıkar mı?” “Çıkan olayda en güzel kareyi kaçırır mıyım?” Sorusunu hep kendi kendimize sorarız. En doğru haberi bile yapsanız ve telefonun ucundaki ses sizi eleştirse, “acaba eksik, yanlış mı yaptım bir şeyleri” diye sorarsınız kendinize. İçinize atarsınız. Kimse anlamaz ruh halinizi, kimse sizin gibi olamaz. Cenazeleri görürsünüz defalarca. Tek bir damla yaş akamaz gözlerinizden. İlk siz duyarsınız en kötüsünü. Hatta sırf gazeteci olduğunuz için herkes sizi arar “kesin duymuştur” yorumu ile. Korkarsınız her haberden, bir yakınınıza bir şey olmaması için endişelenirsiniz. Ve DNA’larınıza işlediği için gazetecilik kaçamazsınız hiçbir yere. Peki ne olur ruh haliniz? Dengesiz, mutsuz, kalpsiz, tatminsiz… Herkes sizi sosyal, girişken, hoş sohbet görür. Oysa kendi kendinize yaşarsınız mutsuzluğunuzu. Yine gözüm Soma’da. Suçlunun kim olduğunun da önemi yok. Cesette görmedim ama, ruhum darmadağın. İnsan olmanın anlamını sorguluyorum. Soma bize çok şey öğretti. “Çizmelerimi çıkarayım mı?” diye soran adam, onun çizmelerinin değil, bizim ruhlarımızın, siyasilerin kalplerinin kap kara olduğunu gösterdi. Üzgünüm bu Cumartesi ruh halimi anlatmaya çalıştım. Kişisel bir yazı oldu. Pazar’lık yazılarımda daha güzel haberler vermek temennisi ile.