Garantiler sorunun bir parçası mıdır? Evet galiba öyle. Lakin devam eden sürecin zeminini etkileyecek nitelikte de olmamalıdır bu! Son günlerde bilinçli bir gündem yaratılıyor bu konuda. Nerede ise müzakerelerin odağına garantiler oturtulacak. Tabi ki garantilerin arkasındaki neden de güvenlik. Peki dilimizden hiç düşüremediğimiz bu garantiler nasıl ortaya çıktı? Neden buna ihtiyaç duyuldu? İsterseniz kısa bir hafıza tazelemekle başlayalım bugünkü konumuza. Malumunuz olduğu üzere 1959 Zürih Antlaşması ile ortaya çıkan bir durumdur Kıbrıs’ta garantiler mevzusu. Bu antlaşma ile Birleşik Krallık,Türkiye ve Yunanistan arasında mutabakata varılmış ve imzanlanmış uluslararası bir antlaşmadır. Aradan tam 57 yıl geçmiş. Yarım asırdan fazla. Elbette bu antlaşmanın tarafları o günkü koşullar çerçevesinde bu mutabakatı ortaya çıkartmışlardır. Bu antlaşmanın en önemli ayağı Kıbrıs’taki Rum ve Türk toplumları arasında imzalanan bağımsız bir devlet olarak Kıbrıs halklarının durumunu belirlemek ve Kıbrıs Cumhuriyetinin anayasasını onaylamaktı. Nitekim 19 Şubat 1959 tarihli Londra Antlaşması ile Kıbrıs Cumhuriyeti bağımsız bir devlet olarak 16 Ağustos 1960 tarihinde kurulmuştu. Zürih görüşmelerinde Yunanistan, Türkiye ve İngiltere arasında yapılan görüşmeler sonucunda üzerinde uzlaşılan ve Londra’da bütün taraflarca onaylanan antlaşma maddeleri ile kurulacak Kıbrıs Cumhuriyetinde toplumların birbiri üzerinde baskı kurmasının engellenmesi ve adayı uzlaşma üzerinde yönetmeleri için öngörülen konfederal yapının temelleri oluşturulmaya çalışılmıştır. Sanırım bu kadar hatırlatma yeterli. Peki bu antlaşmaların temellerini oluşturan cumhuriyet yaşadı mı? Evet. Tek taraflı yaşatıldı. Kıbrıslı Türklerin buradaki hakları yok sayıldı. Uluslararası toplum tarafından görmezden gelindi. Güvenlikleri de Allah’a emanet edildi. 1974’den sonra ise adada farklı bir siyasi sorun başladı. An itibarı ile de devam ediyor. Dolayısı ile bugün devam eden sürecin kilit noktası değildir garantiler ve/ veyahut garantörlerin gidereceği güvenlikler. Lakin bu bir tabu da değildir. Güvenlik analizi yapılır. İhtiyaç duyulup duyulmayacağına bakılır. Oturulur tartışılır, bir uzlaşma noktası bulunur Nitekim konunun taraflarının yaklaşımı da bu yöndedir. Günü geldiği zaman tarafları bire bir ilgilendiren bu mevzunun uluslararası antlaşmalar kapsamında tekrar ele alınabileceği çok nettir. Bunları şu an kırmızı çizgiler olarak addetmek yersizdir. Zaten öyle anlaşılıyor ki garantilerin yeniden gözden geçirilmesine ilişkin kimsenin bir itrazı yoktur. Lakin bunu koşul olarak ortaya koymak ve olmazsa olmaz tavrında hareket etmek doğru değildir. Nitekim bugün sürecin bu kadar olumlu devam ettiği bir ortamda bunu masanın etrafında dolaştırmanın sürece olumlu bir katkısı olmaz. Olmayacak da!