Yine lânetlenmiş terörün günahsız insanların canına kastettiği acılı günler…Yine keder, yine matem!.. Yine bayraklar yarıda… Gün geçmiyor ki Türkiye’den şehit haberleri, terörün kıydığı ölüm haberleri gelmesin. Bu daha ne kadar devam edecek, bu haberlerle yüreğimiz daha ne kadar kararacak? Evinden sağ salim çıkan insanların sevdiklerine, yakınlarına şok yaratan ölüm haberleri daha ne kadar gelecek ve kaç ailenin daha ocağı söndürülecek? İnsanlar sokaklarda ne zaman eskisi gibi korkusuzca yürüyebilecek? Yeter!.. Buna vicdan da can da dayanmıyor artık. Hele böyle mukaddes bir zamanda, Ramazanda!..
Bu karanlık düşüncelerden uzaklaşmak için eski zamanları, eski ramazanları ve bayramları hatırlamaya ve rahatlamaya çalışıyorum ama nafile. Dönüp dolaşıp yine acının ve isyanın oltasına takılıyorum.
Ah!.. Nerede şimdi o eski Ramazanlar ve bayramlar? Nerede o tasasız çocukluk günleri? Hatırlasam, o günlere kısa bir süre için yeniden döner miyim? Bu kasvetli haberleri, bu acılı günleri bir nebze de olsun unutabilir miyim? Belki…
*****
Ramazan gelince evimizin havası değişirdi. Telaşlı bir sevinç kaplardı içimizi. Hele akşamüstleri; coşkuya dönüşürdü bu sevinç. Çünkü top atılacak, iftar edilecekti. Minarelerdeki kandiller topun patlamasını müteakip yanınca, sevinçli çığlıklar atardık mahalledeki diğer çocuklarla. Annem de babam da oruç tutarlardı. Annem bahçe işlerinden artan zamanı yemek yapmakla geçirirdi öğleden sonraları. İftar sofraları bile daha farklıydı o zamanlar. Mesela babam hoşafsız bir iftar sofrasına katlanamazdı. Mutlaka hoşaf da olacaktı masada. Sahurda da kıymalı yumurta muhakkak olmalıydı. Babamın olmazsa olmazlarıydı bunlar. Her zamankinden daha zengin olurdu iftar sofraları. Altı kardeştik. Kolay değildi o zamanlar kalabalık bir aileyi geçindirmek. Bu yüzden bütün gün babam da annem de bahçede çalışırlardı. Büyük kardeşler de okul olmadığı zamanlarda onlarla birlikte çalışırlardı. Salih abimle ben biraz daha şanslıydık. Evin küçükleri olduğumuz için bize biraz torpil geçilirdi, ama her zaman yapabileceğimiz işler verilirdi bize de.
İftardan sonra babam camiye giderdi. Dönüşünü dört gözle beklerdik çünkü mutlaka bir sürü yemiş ve lokumla dönerdi eve. Derken bayram telaşı başlardı. Evde esaslı bir temizliğe girişilirdi. Her taraf tepeden tırnağa elden geçirilirdi. Hepimiz hevesle katılırdık bu faaliyete. Daha bir heyecanlanırdık bayram arifelerinde çünkü yeni giysiler, ayakkabılar alınacaktı bize. Şimdiki gibi öyle her fırsatta kıyafet ve ayakkabı alınmazdı o zamanlar. Bu yüzden bayramlar bizim için çok özeldi. Bayrama birkaç gün kala babam bizi çarşıya çıkarırdı. Bütçesinin elverdiği kadar bir şeyler alırdı her birimize. Ayakkabıların o zamanlar nedendi bilmem ama çok daha özel bir önemi vardı bizim için. Arife gecesi heyecan dorukta olurdu. Sabahı iple çekerdik adeta. Bayramlık giysilerimiz ve ayakkabılarımız başucumuzda zor dalardık uykuya.
Bir seferinde hiç unutmam babam bana bayramlık almayı unutmuştu. Çok içerlemiş ama hiçbir şey söylememiştim. Sabah uyandığımda annemin babamın elini öptüm. Babam suratımı asık görmüş olacak ki annemden sormuş. Bana bayramlık almadığını öğrenince elimden tuttuğu gibi çarşıya götürdü. Türk dükkânları bayram dolayısıyle kapalıydı. Bir rum dükkânından bana bir çift ayakkabı aldı. Sonra da ve bir külah dolusu şekerleme tutuşturdu elime. Asabi olmasına rağmen çok hassastı rahmetli babacığım.
Bayram sabahına başucumuzdaki yeni giysilerin ve ayakkabılarının kokusu ile uyanmak ne güzeldi!. Elimizi yüzümüzü yıkayıp hemen bayramlıklarımızı giyerdik. Annem toprak avluyu ıslatıp süpürmüş olurdu o zamana kadar. Taze toprak kokusu ile yeni pişmiş kadayıfın kokusu birbirine karışırdı. O günler hayatımızın en güzel, en kaygısız günleriymiş meğer. Babam, bayram namazına, camiye giderdi erkenden. Kahvaltı için onun dönüşünü beklerdik. Evdekilerle bayramlaştıktan sonra annemle babam bizi önce yaşlı hısım- akrabanın elini öpmeye götürürdü. Sıkılırdık bu merasimden ama aldığımız bayram harçlıkları yüzümüzü güldürmeye yeterdi. Yaşlı ve akraba ziyaretlerinden sonra özgürdük. Mahalle çocuklarıyla birlikte konu komşuya el öpmeye ve bayramlık almaya koşardık. Ev sahipleri çeşitli şekerlemelerle karşılarlardı bizi ama yine de para vermeleri daha çok hoşumuza giderdi. Her aldığımız bayramlıkla yeniden sayardık paramızı.
Şimdilerde bayramlar genelde tatil anlamı taşır oldu. Eski bayramları yaşatan kaç kişi kaldı bilmiyorum ama ne o coşku ne de bayramların gerçek anlamı kaldı. Eskiden nerede olursak olalım, bayramlarda ailelerimizin, yakınlarımızın yanında olmak için şartlarımızı zorlardık. Bu dünyadan göçmüş yakınlarımızı ziyaret ederdik kabirlerinde. Yaşlıların ellerini öper, dualarını alırdık. Bugünse bayramlarda nereye gideceğimizin, nerede tatil yapacağımızın plânlarını yapar olduk. Çocuklarımıza bayramların önemini anlatacak kaç kişi kaldı bilmiyorum da değişenin aslında bayramlar değil, insanlar olduğunu biliyorum.