“Ne doğan güne hükmüm geçer, ne halden anlayan bulunur”
Huzursuz bir geceden sonra, günün ilk ışıklarına açılan kapıdan süzüldü usulca ve yüreğimin hüznüne karıştı şarkı. Tevekkül esintileri doldu evin her köşesine sessizce; nasılsa doğan güne hükmüm geçmeyecekti bugün de! Kimsenin anlamasına ihtiyaç duymayacak hale gelene kadar denedim de; halden anlamalara boş verdim uzun zaman önce. Kimsenin kimseyi anlayacağı yok bu devirde. Bir fincan kahvenin kırk yıl değil kırk saniye bile hatırı sayılmıyor artık. Çıkar varsa ucunda belki bu hatırın süresi birkaç gün uzayabilir yoksa unut hatırı matırı, hatta sakın kendini iyilik yaptıklarından. Rahmetli babam hep derdi “Kime iyilik edersen ondan sakın kendini” diye. Yine de; bu dünyada insanlık adına umutlarımızı ayakta tutacak birkaç kişinin varlığına inanmak isterim.
Temmuz çok özel bir ay. Bir yandan denizi, kumsalı, güneşi, sıcağı, tatili ve hercai yaz aşklarını çağrıştırırken; bu romantizmi kanla, yangınla, toz ve barut kokularıyla tarumar eden; ölüm kokan bir zaman dilimidir de. Bu ayla birlikte yeniden anlıyorum ki doğan güne hükmüm geçmiyor. Yıllar önce de geçmediği gibi… Savaşı hiç istememiştim savaş oldu, canlar gitti, geriye kalanların canı yandı. Yerimizden yurdumuzdan olduk, defalarca göçmen olduk. Olduk da neticesi ne oldu sanki?. Bu konudan gına geldi, mide bulantısı geldi, netice sıfıra sıfır elde var sıfır bile diyemiyoruz. Sıfırların çok altında, eksilere düştük. Zaman içinde coşkular, ümitler tükendi. Tevekkülle tanıştık ve dost olduk mecburen, çünkü yapacak başka bir şey yoktu. Ama en kötüsü yüzü asık bir topluma dönüştük. Travmalar yaşamıştık ne de olsa. Karakterlerimiz değişti, yeni yeni huylar edindik. Bencil olduk, çıkarcı olduk yalancı olduk. İnsani ilişkilerimizi unuttuk; ihaneti, acımasızlığı meziyet sayacak kadar vicdansız olduk. Çok bozulduk çoook!. Arada bu yeni kurallara uyamayanlarsa nesli tükenmiş kel aylaklar gibi kara kara düşünür olduk. Değil Kıbrıs meselesini; en az onun kadar kördüğüme dönen insan düşüncesini çözmekten aciz kalınca da kabuğumuza çekildik.
İnsanı anlayabilmek gerçekten zor zanaat. Hele içinde şeytanla gezenleri! Karanlık işlere gönül verenleri!..Temmuz’un adı da onlar yüzünden entrikacıya, haine, yalancıya çıktı. Temmuz’da sıcak çarpar, deniz boğar, zizirolar bunaltır ama en çok da insanlar şaşırtır dengesizlikleriyle. İyi tanıyın onları. Yeni dostluklar kurmak için riskli bir aymış Temmuz. Astrologlar öyle diyorlar. Özellikle bu ayda âşık olmamayı öneriyorlar. Çünkü Temmuz aşkları en az savaş kadar karmaşık ve çözümsüz olurmuş sonunda. Çözdüm derken düğümlenen ve sonunda acıtarak kopan ihanetler, entrikalar ve yalanlar yumağıymış onlar. Bu yüzden Temmuz aşklarına pek rağbet etmemeyi öneriyor astrologlar.
Temmuz!.. Uğursuz ay!.. Çekil git artık.. Hatırlatma altı yıl öncesini. Salih abimi seyahatteyken geçirdiği kalp krizi sonucu kaybettiğimiz o 20 Temmuz sabahını. Onu sapasağlam uğurladıktan altı gün sonra hava alanından tabutunu aldığımız o kara günü. ( Evin sensiz öksüz şimdi /Çiçeklerini topladığın yasemin mahzun./ Yem verdiğin kuşlar uğramıyor bahçene./Salıncağın boş, balkon soluksuz kaldı. /Sesin çınlamıyor evin hiçbir yerinde. / Duvarlar, eşyalar ıssız kaldı./ Bir gemi demir aldı sessizce./Taşıdığı sendin yeşil giysinle)
Hatırlatma 2 Temmuzda Madımak otelinde yakılan insanları. Babamın bir havan mermisiyle kolunu ve gözünü kaybettikten sonra efendiler (!..) tarafından “gazi” değil de “malul” diye yazıldığı ve ömrünün sonuna kadar bu haksızlıkla mücadele ettiğini ama sonuç alamadığı için üzüldüğü o günleri hatırlatma… 42 yıldır kapana kısılmış gibi yaşadığımız, dünyadan tecrit edildiğimiz o tarihi hatırlatma. Yüzlerce şehit ve gazinin kanlarının boşuna döküldüğünü; onların kahramanlığının rantını şimdi çatır çatır kimlerin yediğini hatırlatma..
Terörün, dünyanın her yerine virüs gibi yayıldığı, günahsız, sivillerin, çocukların canlı bombalara hedef olup hunharca öldürüldüğü bu günlerde bile hâlâ kişisel çıkarlarından, yandaşlarını kayırmaktan başka iş yapmayanlar biraz da toplumsal bilincin idrakine varsalar ve hak etmeden işgal ettikleri makamlara lâyık olmaya çalışsalardı bari. Gün geçmiyor ki toplumun aleyhine kararlar alınmasın. 2015 yılı çalışanları, emekçileri yok olmaya götüren bir yıl olmuştu. Böyle olduğu halde ne yazık ki memleketi idare edenler (!..) 2016 yılında da bu yok oluşu hızlandırmak için ellerinden geleni yapmakta bir sakınca görmüyorlar. Nasılsa onların tuzu kuru. Onlar Tanrı’nın şanslı kulları. Onlar için önemli olan iktidar koltuğuna oturmak. Sonra gel keyfim gel.. Mercedes makam arabaları onlarda, bol para onlarda, emir erleri onlarda, lüks otellerde konaklamalar, lüks lokantalarda yemekler, davetler, protokoller, açılış kurdelelerini kesmek onlarda… Saltanatları neyse de, bir de o kadar yükseklerden bakmasalar, geldikleri yeri unutmasalar ve en önemlisi halkın gözünde artık en aşağılarda olduklarının farkına varsalar… Bilseler bu saltanatın geçici olduğunu, bilseler bir gün yeniden sıradan vatandaş olacaklarını ve belki de selâm alacak insanları bile kalmayacağını. En mühimi her gün biraz daha çıkmaza soktukları bu adanın kendilerinin de vatanı olduğunu... Nereye giderlerse gitsinler, olanakları, öşürledikleri ne kadar çok olursa olsun, doğdukları, yaşadıkları toprakları hep özleyeceklerini bilseler. En önemlisi; her varlık gibi kendilerinin de ölümlü olduklarını kabullenip ona göre davransalar keşke!…