Reina gece kulübünde yılbaşı akşamı 39 kişiyi acımasızca katleden caninin, ona yataklık eden diğer teröristlerle birlikte 16 gün sonra yakalandığı haberi başta Türk halkının ve insani duyguları haiz herkesin içine bir nebze de olsa su serpmiş, ferahlatmıştır. Umalım ki yapılacak soruşturmalarda arkalarındaki karanlık güçleri ifşa etsinler.
Bu olay, bir süredir yazmak istediğim ama psikologların, sosyologların sahasına girmek istemediğimden dolayı yazmaktan vazgeçtiğim bir konuyu da yeniden hatırlattı bana. Bir eğitimcinin görevi doğru bilgileri paylaşmak ve öğretmek olduğuna göre bu yazıyı yazmayı da adeta kendime görev bildim. Esasen bilgilerin çoğunu sosyolog ve psikologlardan edindiğime göre bu bilgileri öğretmenlik yıllarımdaki deneyimlerimle de harmanlayıp paylaşmakta bir sakınca görmüyorum.
Son yıllarda “terör ve terörist” sözcükleri ailelerde, okullarda, iş ortamlarında, tv. kanallarında, kısacası her yerde o kadar duyulur ve konuşulur oldu ki, hepimiz onu bize yaşattığı korku ve travmalara rağmen kanıksadık ve yaşamın bir parçasıymış gibi algılayarak dilimizden düşürmez olduk. Kelime anlamıyla terör, herhangi bir amaç uğruna konu ile alakası olmayan insanlara yöneltilmiş şiddet eylemlerinin tümü, terörist de kendi davasını kabul ettirmek için karşı tarafa korku salarak eylemler gerçekleştiren kişi olarak tanımlanır. Aslında silahla, canlı bombalarla terörü gerçekleştirenlerden daha önemli ve tehlikeli olanlar, onları yönlendiren perde arkasındaki güçlerdir ve bu bağlamda diyebiliriz ki gerçek teröristler savaşanlardan çok emir komuta zincirinin en üst seviyesinde olup da ellerini hiçbir şeye sürmeden çıkarları için başkalarını kullanan takım elbiselilerdir.
Maşa olarak kullanılıp hayatlarını, ailelerini, vatanlarını kaybetmeye razı olan, beyinleri yıkanmış bu zavallılar tabii ki analarından terörist olarak doğmamışlardır. İşte tam da bu noktada aile hayatının, eğitimin ve çevrenin çocuklar ve ergenlik çağındaki fertlerin hayatında, geleceklerinin kurulmasında ne kadar büyük rolü olduğunu kavramak çok önemlidir. Çünkü bir çocuğun temel karakteri 0- 6 ve 0- 7 yaşlarına kadar aile ocağında filizlenir ve o yaşlarda öğrendikleri ergenlik çağındaki bocalamalara rağmen belleğinden silinmez. Doğru bir eğitimle de kişilik ve karakter tam anlamı ile oluşmuş olur. Her ne kadar bu çağlarından sonra başkaları tarafından yanlış yollara saptırılanlar olsa da doğru bir çocukluk yaşamış, doğru eğitim görmüş olanların yanlış yollara saptırılması nadirdir.
Doğa bu konuda da bize örnektir aslında. Evren içinde yer alan her insan da doğanın bir parçasıdır ve yaratıcı bir hücreyi temsil eder. Yeni bir tohumu bahçeye ekerken onun yetişme özelliklerini öğrenir o şekilde ekeriz ve neticede de ayni ürünü elde ederiz. Keşke insanın gelişimine dair bilgilere de ayni kolaylıkla ulaşılabilseydi!. Ne yazık ki istediğimiz özellikte bir insan yaratabilmemiz mümkün değildir. Buna rağmen insan denen varlıktan kaliteli ürün alabilmekteki en büyük rolü ailenin ve eğitimin oynadığını da unutmamak gerekir. Bir bebek ana rahminden çıktıktan sonra dünyaya uyum süreci başlar. Genellikle yaşamın ilk yedi yılı fiziksel gerçeklere ve ortama adaptasyonla geçer. Daha sonra duygu ve düşüncelerin gelişmeye başlaması ile kişilik belirmeye başlar. Bundan sonraki süreç ergenlik dönemidir. Bu dönem, geçici hevesler peşinde koşma, bir şeyler keşfetme heyecanı ile dolu bir bocalama dönemidir. Çünkü ergen, bu dönemde kendi içinde onu yönlendirecek gücü henüz keşfetmemiştir. Bu gücü hissetmeye başladığında ise olgunluk dönemine girerek aileden ve eğitimden elde ettiği bilgilerle gerçek kişiliğini bulur. Kişilik yapısının oluşmasında aile ve okul eğitiminin çok büyük rolü vardır. Çocuğun 0-6 ve 0-7 yaş arasında anne ve babayla kurulan duygusal bağ ve sevgi alış verişi düzgünse o ortamda yetişmiş bir çocuğun ileride kötü alışkanlıklara meyletmesi, kirli düşüncelere sahip insanların etkisinde kalması veya her gün yüreğimizi ağzımıza getiren terörizmi benimsemesi pek de olası değildir.
( DEVAM EDECEK )