Biri 24 yaşında.
Diğeri 25 ve öbürü de 26.
Üç genç kız.
İkisi melek misali uçup gitti.
Üçüncüsü ise yaşam savaşı veriyor.
Üçü de beyazı gelinlik olarak giyecek yaşta.
Ama ne yazık ki, ikisi kefen olarak giydi.
Arkalarında sadece yaşayamayacakları bir gençlik ve güzel günler değil, acı ve gözyaşı da bırakarak gittiler.
Hem de kıyamadıkları, gözlerinde tek damla yaş görmeye dayanamadıkları ve üzüntüleriyle kahroldukları en kıymetlilerini ömür boyu göz yaşı ve üzüntüye mahkum ettiler.
Düşünsenize birisi, annelerini, babalarını ya da en sevdiklerini üzmeye kalksa, dünyayı üzen kişiye dar ederlerdi.
Sevdiklerinin gözünde tek damla yaş görseler, kahrolup dünyayı yıkarlardı.
Ama şu anda tüm sevdiklerinin gözlerinde yaş, yüreklerinde de acı var.
Hem de kendileri yüzünden.
Oysa, bir gün sevdiklerinin üzüleceğini , kendileri için ağlayacaklarını düşünüp, daha dikkatli olsalardı belki de kefen yerine gelinlik giyeceklerdi.
Sevdiklerinin yüreğinde acı yerine mutluluk olacak, gözlerindeki yaşlar da mutluluktan olacaktı.
Direksiyona geçtikleri anda o lanet telefonlarını kapalı tutsalardı, ya da bakmasalardı.
Ülkedeki yolların ölüm saçtığı bilinciyle daha yavaş sürselerdi.
Alkollü araç kullanmasalardı.
Uykusuz yola çıkmasalardı.
Tabi ki, bu gidişin tek sorumlusu giden gençlerin hataları değil ama kazalara büyük etken oldukları da gerçek.
O yüzden trafik konusunda gençlere de büyük sorumluluk düşüyor.
Şu an üzülmelerine ağlamalarına kıyamadıkları sevdiklerini kendi elleriyle ağlatmamak için daha dikkatli olmaları lazım..
Direksiyona geçtiklerinde, yol dışında başka bir şeyle meşgul olmamalılar mesela.
Telefonla ilgilerini kesip, yola odaklanmalılar.
Hızın, bir gün mutlaka ölüm getireceğini düşünerek hareket etmeliler.
Alkollü olarak yola çıkmayıp, gerekirse bir yakınlarından ya da polisten yardım istemeliler.
Özellikle “bana bir şey olmaz” mantığını terk etmeliler.
Zira toprağın altı “bana bir şey olmaz” diyenlerle dolu.
Hadi diyelim kendi canlarını ve sevdiklerine bırakacakları acıları düşünmüyorlarsa, başkasına verecekleri zararı ve bundan dolayı çekecekleri vicdan azabını düşünmeliler.
Aslında, kazalarda ve ölümlerde vicdan azabı duyması gereken başka bir kesim daha var.
O da biz anne ve babalar.
Çocuk daha ehil olmadan, eli ve beyni trafiğe doymadan eline araba veren, alkol almayı “medeniyet” sayan, uykusuz kalmalarına ve uykusuz araba kullanmalarına göz yuman biz anne ve babalarda.
Yani, sorumsuzluğu özgürlük sayan bizlerde.
Kendi canımız yanmadığı müddetçe ülkedeki çarpık düzene ses çıkarmayan ve insanca yaşam ortamını hazırlamakla mükellef olan sorumluların, sorumsuzluklarına ses çıkarmayan bizlerde.
Elbette ki bu kazaların ve bu ölümlerin en büyük sorumlusu bize en iyi hizmet vermek ve can güvenliğimizi sağlamak için seçilen ve bunun için maaş alan yetkililer.
Ama sadece buna sığınarak sorumluluklarımızdan kaçmak da kolaycılık olur ve çözüm olmaz.
Evet asıl sorumlulara sorumluluklarını hatırlatmalı ama sadece kendi kendimizin duyacağı şekilde söylenerek değil.
Bir birimizin acısını hissederek.
Gidenlerin yerine kendi sevdiklerimizi koyarak.
Samimi ve kararlı bir şekilde mücadele etmek lazım.
Madem yetkililer, bizim evlatlarımızı düşünmüyor, o zaman düşünmeleri için toplumsal baskı oluşturmak lazım.
Yolları trafiğe uygun hale getirmeleri için, yolları ışıklandırmaları için, denetimleri sadece gelir kaynağı olarak değil gerçek manada yapmaları için, gerekirse her gün, her saat mücadele etmek gerek.
Ama hep beraber ve kararlılıkla.
Çünkü sustuk ve sıra bize geldi artık.
Çünkü, toprak bile gencecik bedenlere doydu artık.