Toroslar ile Trodos arasına sıkışmak

Oshan SABIRLI

Kıbrıs müzakerelerinde 2000’li yıllarda yeni bir dönemece yaklaşılıyordu. Aslında şu an yaşadığımız sürecin bir benzeriydi. Kıbrıs’ın kuzeyini ve güneyini ayıran dikenli tellerin bulunduğu sınır çizgisinde henüz aktif şekilde çalışan kapılar yoktu. Ledra Palace sınır kapısı çok daha kasvetli şekilde bakıyordu bize. Buradan ara bölgeye girdiğinizde, Güney Kıbrıs’ın kokusunu duyumsardınız. Güney’de ne olduğunu, nasıl yaşandığını merak ederken bir diğer taraftan ürkerdiniz. İçinizdeki şeytan adeta, “Güney’e doğru adım at. Ülkenin diğer yarısını da keşfet” derdi. Siz cesaret etmezdiniz Goethe Enstitüsü’nün ötesine geçmeye. Goethe Enstitüsü’nün ötesinde nasıl bir muamele olacağından endişe duyardınız. Öte yandan ikinci barikat, Pergama Sınır Kapısı ise Pile’ye doğru gidilen yolda ilk engeldi. Davetli değilseniz, yeterli açıklamanız yoksa hatta Pile’de bir falsonuz olmuşsa geri dönüşte polise rapor vermek zorunda kalırdınız. İşte böyle bir sürecin yaşandığı günlerden geçtik. Kıbrıslı Rumlarla diyalogun çok kısıtlı olduğu, hatta telefon görüşmelerinin bile neredeyse mucizevî şekilde yıllardan geçildi. 2000’li yılların ilk yarısından bahsediyorum. 1974 öncesinde yaşanan yüzlerce hikâyeden farklı olarak, devletli olma çelişkisinin ortaya koyduğu olumsuzlukların gittikçe arttığı, bir çıkmaz sokak gibi karşımızda duran Kuzey Kıbrıs’ın tıpkı bir kıyma makinesi gibi bizi tükettiği bir dönemdi 2000’li yıllar. Kıbrıslı Türklerin özgürleşmesinin, aidiyet duygusunun yeniden kazanılmasının, tüm bunların ötesinde, Toroslar ile Trodoslar arasında sıkışıp kalmanın rövanşı gibi oldu müzakerelere doğru yürüyüşümüz. O dönemde Amerika’da bulunma şansına sahip oldum. Üstelik yüzlerce kişiye sağlanan, farklı liderlik programlarından birisi idi bu yolculuğumun nedeni. Amerika fonlarının, Amerika’nın Lefkoşa Elçiliği’nin farklı kalemlerden verdiği destekler ile Kıbrıs Sorunu’nun ancak Kıbrıs’ın dışında çözülebileceğine o gün inandım. Kimilerine göre “beyin yıkama”, kimilerine göre “Amerikan Oyunu”nun parçası idi bu eğitim programı. Amerika’da bulunduğum sürede Kıbrıslı Rumların Kıbrıs Sorunu’ndan bihaber olduğu gerçeği ile yüzleştim. Üstelik sınırların karşılıklı geçişlere kapanması sonrasında, hem bir buzdolabı periyodu yaşandı, hem de pisliklerin halının altına süpürüldüğü gerçeği ile çok geç buluştuğumuz gözler önüne serildi. Yine sancılı bir dönemden geçiyoruz. Yine farklı komplo teorileri üretiliyor. Yine iktidar kavgaları arasında yaşanan tartışmalar var. Diyalog eksikliğini en ağır şekilde yaşıyoruz. Liderlerin diyalogsuzluğundan ziyade toplumların diyalogsuzluğu, birbirini tanıma gayreti gütmemesi değil de nedir başımıza gelen bunca derdin nedeni?