15 Temmuz gecesi ailece Türkiye’deydik.
Askerin Boğaz köprüsünü tuttuğunu televizyondan gördüğümüzde aklıma gelen ilk şey köprüye yönelik terörist bir saldırının gerçekleştirileceği ve köprü üzerinde, tıpkı Ankara ve İstanbul’da defalarca yapıldığı gibi, bomba yüklü araçlarla büyük ses getirecek bir saldırı gerçekleştirileceği, askerin de aldığı istihbarat ile duruma müdahale ettiği şeklinde olmuştu.
Ancak ilerleyen dakikalarda işin rengi ortaya çıkmaya başlamıştı, buna rağmen yaşananların ve olayların gidişatına baktığımızda, olayın bir darbe girişiminden çok uzak olduğu, plansız programsız bir kalkışma olduğu izlenimi ağır basıyordu…
Gün ağardığında, ise karşımıza iki gerçek çıktı!
Birincisi, ortada çok büyük bir bilgi kirliliği dolaşırken ve neyin ne olduğu tam anlaşılmazken, asker ve halk karşı karşıya gelmiş, yer yer halka karşı ateş açılmış, halk ise, en azından sokağa çıkan halk diyelim, ateş açılan veya açılmayan her yerde, askere karşı sanki düşmanın işgal ordusuymuş gibi, fanatikçe bir yaklaşımla saldırmıştı.
Bunun sonucunda ise gözü dönmüş bazı siviller tarafından özellikle Boğaz köprüsünde katledilen, tartaklanan askerlerin görüntüsü tüm dünyaya bir anda yayılmıştı…
Ortadoğu’nun en büyük askeri gücü olarak algılanan Türk ordusunun mensupları, gerçekten darbeye dahil olsunlar veya olmasınlar, halk eliyle eziliyordu, katlediliyordu, prestiji yerle bir ediliyordu, ve tüm dünya da bunu seyrediyordu…
İkincisi ise, Türk ordusu ile Türk polisinin birbirine girmesi ve çatışmalarda birbirlerine karşı ağır silahların kullanılması, sonuç olarak da ölümlerin yaşanmasıydı…
15 Temmuz darbesi sonrasındaki sürece baktığımızda, hem Türk ordusunun hem de Türk polisinin içi FETÖcülerle doluymuş, ama bir şekilde bu FETÖcüler birbirini katletmiş!
FETÖ Türkiye’de darbe yapıp iktidarı ele geçirmeye kalkacak, iktidarda olan AKP’yi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’I alaşağı etmek için kolları sıvayacak, ama bu darbe sırasında FETÖ’nün asker ve polis ayağındaki silahlı güçleri birbirini desteklemeyecek, gerektiği gibi organize olmayacak (ki görünüşe göre polisin tüm il müdürleri FETÖcüydü ve darbe sonrasında tümü açığa alındı ve halen de polis örgütünde açığa alınmalar devam ediyor), darbe sırasında esas hedef olan AKP ve Erdoğan ikinci plana düşecek, polis ve asker birbirine girecek!
Bir diğer deyişle, aslında müttefik olan ve FETÖ darbesinde birbirini desteklemesi beklenen iki silahlı güç birbirlerini destekleyeceklerine, birbirlerine giriyorlar!
Amma ve lakin darbe hükümete ve Erdoğan’a karşı yapılıyor!
Bu arada, FETÖ’ye dahil olmayan ve bu iki örgüt içinde mensup olanlar da tavırlarını açık bir şekilde darbeye karşı alıyorlar, iki grubun çatışmasını bir yerde engelleyen taraf oluyorlar!
Daha biz ne olduğunu anlamaya çalışırken, hatta darbe başlamadan, ABD ordusunun bir generali ise, arada en az on saatlik bir fark olmasına rağmen, bir konferansta darbenin inceliklerini döktürüyor!
Garip bir durum, garip bir ikilem!
Belli ki bu gidişatta bir takım hesapsız kitapsız işler olmuştur ve karambolden birileri gol atmaya çalışmıştır.
Arkasından da, sıra sivil darbeye geliyor ve hükümet FETÖ cemaatine mi dersiniz, tarikatına mı dersiniz, ne derseniz deyin, FETÖ’ye karşı tüm sivil ve resmi kurum ve kuruluşlarda bir temizlik harekatı başlatıyor…
Aradan aylar geçiyor, OHALler birbirini izliyor, birkaç ay sonra darbenin birinci yılına girilecek, ama hesaplaşma halen bitmiş değil.
Bu arada, darbe sonrasında, Cumhurbaşkanı Erdoğan rejim değişikliğine gidilmesi ve anayasanın değiştirilmesi için düğmeye basıyor ve Türkiye karpuz gibi ikiye bölünüyor, önce muhalefet ve iktidar partisi Meclis’de birbirine giriyor, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin itibarına FETÖ’nün silahlı saldırılarından çok daha büyük bir zarar veriyor, sonra sıra sandığa geldiğinde, tüm Türkiye tam anlamıyla ikiye bölünüyor, iki birbirine tamamen zıt kutup oluşuyor, şaibelerle dolu bir referendum sonrasında ise kıl payı rejim değişikliği kabul ediliyor!
Ancak hesaplaşma bitmiyor, kavga bitmiyor, hesaplaşma devam ediyor…
Bir tarafta iktidar olan AKP ve istediğini ucu ucuna da olsa elde eden, ancak ciddi şekilde güven kaybeden Erdoğan ve halen bitmemiş, kolay kolay da bitmeyecek bir FETÖ hesaplaşması devam ediyor…
Diğer taraftan, referendum sonucunu kabullenmeyen Türkiye’nin diğer yarısı mevcut iktidara karşı sonuna kadar hesaplaşmaya devam edeceğinin mesajını veriyor…
Bugün geldiğimiz noktada, Türkiye için, biri FETÖ, diğeri ise muhalefet olmak üzere, iki tane iç cephe açılmı durumda ve her ikisi de mevcut iktidarın rakibi durumunda…
Cumhurbaşkanı Erdoğan binlerce, milyonlarca söylemi arasında belki de ilk kez doğru, dosdoğru ve herkesin itirazsız kabul edileceği bir laf ediyor ve “Türkiye’nin karşı karşıya olduğu en büyük tehdidin FETÖ” olduğunu söylüyor…
Tüm bu gidişatın zemini son iki yılda adım adım hazırlanırken, Türkiye’nin güneydoğusunda ise ABD tarafından devasa bir Kürt silahlı ordusu oluşturulmuş durumda!
Bu Kürt ordusunun ve PKK’nın aleni destekçilerinden biri olan ve Kuzey Irak’ta mutlak gücü elinde bulunduran, ayni zamanda ABD’nin Irak’taki en önemli sigortalarından biri olan Barzani ise, her ne halse, referandumda evet çıkması için güneydoğuda vargücüyle çalışmış, AKP iktidarına da son birkaç senedir olabildiğince yakın durmakta!
Türkiye hem dıştan gelen, hem de içten gelen hesapsız kitapsız işlerle uğraşırken ekonomik gücü de ciddi şekilde inişe geçmiş, tarım haricindeki tüm sektörlerde ciddi bir tıkanıklık yaşanmakta, tarım bile kısmen ayakta kalabilse de, en geri seviyeye düşmüş durumda, Türk lirası ise fena halde devalue olmuş durumda.
Bu kaos ortamında, kimse bir adım ötesini göremiyor, kimse kimseye karşı güven duyamıyor, devlete karşı olan güven ise en azından yarı yarıya kaybolmuş durumda, toplumsal barış ortamı ise tamamen kaybolmuş durumda…
Türkiye üzerinde büyük, hem de çok büyük bir oyun oynanıyor…
İktidar ve muhalefet aklın yoluna gelse, işbirliği yapsa, en kötü rejim bile en iyi rejime dönüşebilir, ülkenin gücüne güç katabilir…Ancak öyle bir durum, ne yazık ki söz konusu değil!
Peki AB ve ABD bu gidişata nasıl bakıyor, bu oyunda beklentileri nedir!
ABD’nin istediği ve yıllardan beridir gerçekleştirmeye çalıştığı şey, bölünmüş, askeri, ekonomik gücünü kaybetmiş, siyasi istikrarın kaybetmiş, mecburiyetten herşeye biat eden, AB’den ve Rusya’dan kopuk, çevresindeki tüm komşularıyla sorun yaşayan, tek çaresi ise ABD’nin Ortadoğu’daki arka bahçelerinden biri olmaya mecbur olan bir Türkiye’dir…
Zaman zaman kendi iç rant hesapları doğrultusunda Türkiye’ye karşı ikiyüzlü bir tavır içine girebilen ve tribünlere oynayabilen AB’nin istediği ise, tam tersi, ABD hegemonyası ve hedeflerinden uzak, AB kriterlerine uyan, AB ile uyumlu olan, AB’nin Doğu ve Ortadoğu bölgelerine karşı koruma kalkanı olabilecek, ABD’nin esasında dolaylı olarak AB’yi de hedef alan ve bozulması için uğraşan hedeflerine alet olmayacak, karşı duracak bir Türkiye’dir.
Mevcut şartlarda ise, Türkiye bugünkü durumuyla ABD’nin hedeflerine çok daha yakındır.
Ancak bir de Rusya faktörü vardır ki, Türkiye için bölgede çok farklı bir rol biçmektedir.
Rusya ile tam işbirliğine giren bir Türkiye, bölgedeki tüm dengeleri değiştirmeye aday bir Türkiye olur.
Rusya ile siyasi, ekonomik ve askeri yönden tam bir iş birliği içine girer ve hem dış ilişkilerinde hem de toplumsal barışı sağlama adına iç ilişkilerinde sıkı da durursa, hem ABD hem de AB’nin bölgedeki politikalarının gidişatında en önemli belirleyici aktör olur ve dengeleri istediği gibi değiştirir, en azından zorlar, aksi takdirde ise, başına daha çok işler açılır, başkanlık sistemi ve rejim değişikliği gibi günü kurtarmak için verilen uğraşların da ecele faydası olmaz…