ABD Holokost Müzesi’nin hazırladığı rapora göre Türkiye yüksek soykırım riskine sahip ülkeler arasında.
Tarih ne yazık ki kendini tekrar eder.
İki bin yıl önce Romalılar Kartaca’yı kuşattı ve şehir sakinlerinin yarıdan fazlasını katletti, kalanını ise köleleştirdi.
Hitler Avrupa Yahudilerinin imhasına girişti. Ruanda’da 1994’te Hutu’lar Tutsi’lere saldırdı. Kızıl Kmerler Kamboçya nüfusunun dörtte birini öldürdü. Yugoslavya’nın parçalanmasından sonra Sırplar 1995 Temmuz’unda Srebrenitsa’da binlerce Boşnak’ı katletti.
Geçen yıl Budistler Myanmar’daki Rohingyalı Müslümanlara saldırdığında, birçok kişi 21. yüzyılda hala kitlesel katliamlar olması karşısında şok oldu. Ama oluyor ve bu olayların benzer bir izleği takip ettiğine dair artan kanıtlar var. Ve eğer durum buysa, bunların gelişini görebiliyor olmamız lazım.
Washington’daki ABD Holokost Müzesi’nde Simon-Skjodt Soykırım Önleme Merkezi direktörü olan Jill Savitt, “Soykırımlar spontane değildir,” diyor, “bu tür suçlara giden süreçlerde birbirine benzer bir olaylar dizisinin yaşandığını görüyoruz.”
2014’ten bu yana, Holokost Müzesi ve Dartmouth’dan bilim insanları, soykırımı önceleyen koşulları inceleyerek bir olaylar haritası oluşturdular. 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana yaşanan her kitlesel katliamın veri tabanını çıkardılar. Ardından geri gidip saldırıların yaşandığı ülkelerde katliamlardan hemen önceki koşullara baktılar. Şimdi de hangi ülkelerin en büyük riski taşıdığını analiz etmek için bir bilgisayar modeli kullanıyorlar.
“Yüzde yüz tahmin ediyor değiliz. Kullandığımız modelin amacı bu değil,” diyor Savitt. “Yaptığımız şey, karar alıcıları, durumun korkunç şeyler yaşanmasına müsait olduğundan haberdar etmek ve önceden önlem alabilmeleri için uyarıda bulunmak.”
Rohingya’daki saldırılardan önce Myanmar iki yıl kitlesel katliam riski en yüksek ülke, bir yıl da üçüncü en yüksek ülke olmuş.
Müzenin bilgisayar modellemesi, soykırımla hiçbir alakası olmadığını düşüneceğiniz istatistikleri analiz ediyor – gayrisafi milli hasıladaki dalgalanmalar, bebek ölüm oranları, genel nüfus. Bu gibi faktörlerin eşitsizlik, yoksulluk ve ekonomik istikrarsızlık göstergesi olduğuna inanıyorlar.
Yakın tarihli darbe girişimleri, otoriterlik seviyesi, yurttaşlık hakları, siyasi cinayetler ve etnik kutuplaşma verilerini de ekliyorlar.
ABD Soykırım Müzesi’nde Simon-Skjodt Soykırım Önleme Merkezi araştırma direktörü olan Lawrence Woocher, 2014’ten bu yana Erken Uyarı Projesi üzerinde çalışıyor. Hükümet biçiminin bilgisayar modellerindeki kilit verilerden biri olduğunu söylüyor. En tehlikeli olan rejim, ne tam diktatörlük ne de tam demokrasi.
“Kitlesel katliamlarla ilgili hâkim görüş, bunların siyasi seçkinlerin kendilerini tehlike altında hissettikleri istikrarsızlık koşullarında aldıkları kararların sonucu olduğu yönünde,” diyor Woocher. “Ve bu ara rejim türlerinin, istikrarsızlığa tam demokrasilerden veya tam otokrasilerden daha açık olduğunu gösteren bir sürü analiz var.”
Erken Uyarı Projesi, 162 ülkeyi önümüzdeki yıllarda yeni kitlesel katliamlar patlak vermesi potansiyellerine göre sıralıyor. “Kitlesel katliamı” askerler, milisler veya herhangi bir silahlı grup tarafından 1000’den fazla kişinin öldürülmesi olarak tanımlıyorlar. Kongo Demokratik Cumhuriyeti şu anda listenin başında ve onu Afganistan takip ediyor.
Mısır listenin üçüncü sırasında. Araştırmacılar Mısır’ın hareket özgürlüğünün kısıtlanması, kitlesel katliamlar geçmişine sahip olması ve yakın zamanda darbe yaşanması gibi faktörler nedeniyle üçüncü sırada olduğunu söylüyorlar. Mısır’ın birden fazla güvenlik tehdidi ile karşı karşıya olmasını ve “Hıristiyanlara ve Sufi Müslümanlara karşı İslam Devleti dahil çeşitli aşırılıkçı gruplardan büyük saldırılar olmasını ve Sina Yarımadası’ndaki sivillere hem asiler hem de devlet güçleri tarafından şiddet uygulanmasını” da ekliyorlar.
Savaşın pençesindeki Güney Sudan listenin dördüncü sırasında. Bu ülkedeki akıl almaz ölçüde acımasız sivil savaşın daha da kötüleşmesi bekleniyor.
George Mason Üniversitesi’nde profesör ve Soykırım İzleme girişimi başkanı Greg Stanton, Erken Uyarı Projesi’nin amacını paylaşıyor ama metotlarına katılmıyor. Stanton Holokost Müzesi’nin modelinin, yılda bir yayınlanan ulusal verilere fazla bağlı olduğunu söylüyor. “Soykırım riskini çok geç fark edebilirler,” diyor. Kitlesel katliamları öngörmek için istatistikler yerine, olaylara bakmak gerektiğini savunuyor.
“Yani otoriter bir rejim olup olmadığını bilmeniz yetmez,” diyor, “otoriter rejimin ne yapmakta olduğunu da bilmek gerek.”
Stanton “soykırımın 10 aşaması” adını verdiği bir soykırım tahmin modeli geliştirmiş. Bu model insanların etnisite, ırk veya dine göre sınıflandırılması ile başlıyor ve 10. aşamadan (soykırım esnasında ve hemen sonrasındaki inkâr aşaması) önce insan yerine koymama, zulmetme ve imha gibi aşamalardan geçiyor.
İlginç şekilde, Stanton’a göre ABD şu anda kan banyosuna doğru ilerlemekte olan bir ülkenin birçok erken aşamasının işaretlerini veriyor. Kutuplaşma var, ayrımcılık var, belirli insan gruplarının insan yerine konmaması var. Ama ABD’deki güçlü hukuk ve devlet kurumlarının böyle bir felaketin yaşanmasını muhtemelen önleyeceğini söylüyor.
Soykırım İzleme ve Holokost Müzesi’nin elekten geçirilen bilgileri onlarca yıldır ulusal güvenlik kuruluşları tarafından kullanılmakta. Esas soru, bu bilgilerle ne yapıldığı. 1994 Ruanda soykırımı sırasında Stanton ABD Dışişleri Bakanlığı’nda çalışıyormuş; üst düzey devlet görevlilerinin şiddetin patlak vermek üzere olduğunu bildiğini söylüyor.
“Başkan Clinton Ruanda soykırımı ardından ‘Gerçekten bilmiyorduk,’ dediğinde yalan söylüyordu, biliyorlardı,” diyor Stanton. “Ruanda’daki elçiliğimizden soykırımdan aylar önce gelen gizli bilgileri okudum. Onlar da neyin yaklaşmakta olduğunu biliyordu.”
Stanton’ın soykırımın 10 aşaması modeli ve Holokost Müzesi’nin Erken Uyarı Projesi, bir soykırımın ön sarsıntılarına ilişkin bilgileri yaygınlaştırma amaçlı girişimler. Soykırımı durdurmak ise dünya liderlerinin ve diğerlerinin işi.