Gece saat on bire on vardı. Benim santral adını koyduğum cep telefonu uzun uzun çalmaya başladı. Tabi gecenin o vaktinde arayan soran çok olduğu için hayırdır inşallah dedik. Demesine dedik ama biraz da heyecan duymadık desek yalan olur. Arayan bizim Turgut Ceyda’ydı. Daha siftah bismillah demeden mitiralyöz tüfek gibi bizi taramaya başlayarak bak gördün mü? Akıncı anlaştı. Toprakları veriyor. Rumlar daha anlaşmaya imza koymadan gelip bu topraklar bizimdir. Ben icar edeceğim demeye başladı. Daha anlaşma olmadı be gardaş nerden çıktı bunlar derken bizim köye 80 yaşlarında bir Rum geldi. Elinde koçanları yanında da bir avukat vardı. Gazi köyün yanındaki ‘Devlet Üretme Çiftliğinin’ bulunduğu arazinin kendisinin olduğunu ve Luricinalı bir Türk’e dönümü 25 Euro’dan kiraladığını söyledi. Luricinalı Türk de bunu teyit etti. Yanlarında bir de noter vardı. İcar içini hallettiler. İmzalar atıldı ve Rum köyden ayrıldı dedi. Böyle şey olmaz demeye kalmadan bir başka Rum’un Gazi Köye giderek Türkiye kökenli birisinin oturduğu evin kendisinin olduğunu ve 200 Euro kira bedeli ile evi kiralayacağını söylüyordu. Bizim köylü de kahvede otururken gelirse ve evimi birisine kiralamaya kalkışırsa onu öldürürüm dedi. Yani bu işler kahvelerde konuşulmaya başladı Taner gardaş. Bu işin sonunu ben iyi görmüyorum diyen Ceyda daha anlaşma olmadan bu işin cılkını çıkarıyorlar diye de sitemleri zincirleme göndermeden edemedi. Birde referandum olmayacak. İki lider anlaşmayı imzalayıp yürürlüğe koyacak diyen Ceyda’yı referandum olacağı konusunda inandırmam mümkün olmadı. Şimdi eğri oturalım ama doğru konuşalım. Bir kısım toprağın Rum’a verileceğini sağır Sultan bile duydu, görme yeteneğini kaybeden Metin Şentürk bile bu olayı gördü. Ama anlaşma olmadan, bu işlerin nasıl olacağı zaptı rapt altına alınmadan bazı çılgın Rumlar iki liderin görüşmelerine mal bulmuş mağrubi gibi sarılıp anlaşmaya imza konmadan ‘Efe’lik taslamaya başlarsa bu işin sonunda bence kan çıkar. İlgililere ve yetkililere duyurulur. ** Bizim Hüseyin Kral spor programlarından siyaset programlarına perende alıp atladıktan sonra bu işi iyiden iyiye kıvırmaya başladı. Genç TV’de sabah programını sunarken eski Çevre Bakanı Hakan Dinçyürek ile enerji konusunu tartışırken dersine iyi çalıştığını gördüm. ‘Aksa’ya filtre konusunda yüklenilirken devletin malı olan Teknecik konusuna neden pek aman aman değinmediniz. Yoksa Teknecik Santrali yakınlarında oturan insan değil mi? Sorusu bence cuk yerine oturan bir soruydu. Eski Bakan Hakan Dinçyürek bence çok samimi cevaplar verdi. Kıb-Tek’in denk bir bütçesi olduğunu ve bunu bakanlar kurulunda konuştuklarını, Kıb-Tek’in bütçesinin 50 Milyondan 80 Milyona çıkartıldığını, ek bütçe 25 Milyonken elektrik ücretlerinin de indirime gidilmesi gerektiğin tartıştıklarını, Elektrik Dairesi yetkililerin ek bütçe sonrasında filtre takılacak tahahütünde bulunduğunu ancak şimdi nedense biz 3.1 foil oil yerine daha az kükürt salan 1 numaralı foil oil kullanacağız demeye başladıklarını bunun da yanlış olduğunu söyledi. Yani havaya daha az kükürt salınarak kısa süre yerine daha uzun sürede insanları zehirleyerek öldürelim mantığına ben çevre bakanı olarak bakanlar kurulunda karşı gelmiştim diyen Sayın Dinçyürek’e katılmamak mümkün değil. Dinçyürek’in bence en önemli açıklaması sivil toplum örgütleri sessiz. Halk olanların farkında değil. Hükümet, değişikliği bahane ederek insan sağlığını göz ardı ediyor ve filtre takmaktan vazgeçiliyor oldu. Bence Sayın Hakan Dinçyürek haklı. Sivil Toplum örgütleri sessiz. Çevreciler koltuk peşinde. Halk gıccaccık ve oğlancığı işe koyma derdinde.filtre ne gam nede tasaları. Hazır dövülecek bir AKSA da varken vurun abalıya. Ama insanlar sağlığından olsa bile bizimkine de dokunmayın.