Jennifer Jackson, Leeds Üniversitesi İşletme ve Meslek Etiği Merkezi’nin başkanıdır. Ayni yerde felsefe dersleri vermektedir, Hoşgörü, ötenazi ile pazarlamacılıkta ve tıpta, dürüstlük üzerine yayımlanmış çalışmaları var. Yalan üzerine, aşağıda alıntıladığım yazısında çok tatlı bir şekilde kafaları karıştırmış. Yalanı, yalan söyleyenlere karşı kullanılacak bir silah haline sokmuş ve bunda hiçbir sakınca da görmemiş. “Medya ve Gazetecilikte Etik Sorunlar” adlı kitaptaki makalesini okurken, aklıma bizim siyaset YALANCISI tayfalar ve şürekâları geldi. Sakın ola, sizi yalana teşvik ettiğimi sanmayın. Sadece felsefe yapıyorum! Bize 40 yıldır hiç bıkmadan ve usanmadan ayni yalanı söyleyenlere karşı, sizi cepheleşmeye çağırıyorum. O gibilerden, başkaca intikam alma yolunuz yok. Onları sandık sonrası ŞOK etmenin başlıca ve yegâne yolunun bu olduğunu söylemekte hiçbir sakınca görmüyorum. Bakınız felsefe hocamız ne demiş? “Yalancılara yalan söylenebileceğini kabul edebiliyorsak, arada sırada herkes yalan söylediği için, yalan söylemenin kabul edilebilir bir şey olduğunu düşünebiliriz. Yalancılığı alışkanlık haline getirmiş olanlarla, arada sırada yalan söyleyenleri birbirinden ayırıp, öncekilere yalan söylenebileceği ama sonrakilere söylenemeyeceği sonucunu çıkarabiliriz. Ama kimin hangi kategoriye girdiğini tespit etmek zor olduğu için böyle bir kuralın uygulamaya geçirilmesi neredeyse olanaksızdır. Üstelik bazı yalancılara yalan söylenebiliyor, bazılarına söylenemiyorsa bunun nedenini ortaya koymamız gerekir. Adalet gereği bize yapılanı yapmaya, karşılık vermeye, insanlara karşı kendi silahlarını kullanmaya, göze göz adaleti mantığıyla hakkımız olduğuna inanıyorsak, yalnızca bize yalan söyleyenlere yalan söyleme hakkımızın olduğu savunulabilir. Bu adalet anlayışına göre muhtemelen yalnızca bize yalan söyleyenlere yalan söylemeye değil, bizi öldürmeye çalışan birisini öldürmeye, bizi yemeye çalışanları yemeye ve benzerlerine de hakkımız olacaktır. Bu adalet anlayışını kabul etsek bile bize yalan söyleyenlere yalan söylemekle yanlış yapmıyor olmayız, sadece; onlara karşı yanlış yapmıyor oluruz. Ayni uygulama birden fazla yolla haksız olabilir; sizi misafir eden ev sahibinden bir şeyler çalmak hem onların mülkiyet haklarına hem de ev sahipliği haklarına karşı suçtur. Ev sahibiniz olmayan kişilerden bir şey çalmak da yine yanlıştır. Yalancılara yalan söylemek, söylenen kişiye haksızlık olmadığı halde ne zaman, hangi yollarla haksız olabilir? Sissela Bok,” ilk yalan son yalan olmaz” sözüne dikkat çekiyor; “ Tanrı şahittir ya, yalan söylemek çok kolaydır, ama yalnız bir tane söylemek zordur.” Bir yalanın başka yalanlar gerektirdiğini bir kenara bırakalım. İlk yalan “damın altına gizlenmezse üzerine yağmur yağar”, yalanlarımızı yalnızca hedeflediğimiz kişilerle de sınırlamak da zordur. Başka insanlar, etraftakiler de onlara yalan söylemediğimiz halde yalana maruz kalmaktadırlar. Hedefimize ulaşabilmek için mecburen işe karıştırdığımız insanlarla tesadüfen işe karıştığı için kendisine yöneltilmeyen yalanlara maruz kalanlar arasında önemli bir farklılık olduğunu belirtmeliyiz. Birincilere yalan söyleriz, ikincilerin ise yalnızca aldanmasına izin veririz. Doğru sözlü olmak, yalan söylememekle yükümlüyüz; ama aldanmayı önlemekle de yükümlü değil miyiz? Daha önce belirttiğimiz gibi yalnız aldanmaya izin verme değil aldanmaya neden olma, kasıtlı olarak da olsa, her zaman haksız olmayabilir. Her zaman aldanmayı önlemekle yükümlü olamayız. Yine de haksızlığı önlemek ve haksız aldanmayı önlemekle yükümlüyüz. Ama bu ikinci görevimiz yani haksız aldanmayı önleme, yalan söylememe yükümlülüğünden farklı olacaktır. Filozoflara göre bu “eksik-tali” bir görev olacaktır. Doğruyu söylemek yalan söylememek ise “tam-asli” bir görevdir. Çok kolay olmasa da hiç yalan söylememe kuralını izlemek mümkündür. Ama “aldanmaya izin vermeme” kuralı pek anlamlı değildir.” Sanırım bu kadar alıntı yeter de artar bile. Bu yalan makinelerine verilecek cevabımız olacak mı? Onları sandığa gömüp geleceğimizi kurtarmak adına; “oyum sana” deyip onları “ters köşeye yatırmak” ne derece “yalan” sayılacak? “Göze göz”, ya da “dişe diş” demek bunca yıldan sonra HAK sayılmaz mı? Bizi “aldatmalarını” önleyebilecek miyiz? Bu “kutsal yalan”ın vebali var mı? Olsa da bu zevke değmez mi? Bence değer. Ben “gerçeği” yüzlerine haykırmaktan korkmayacağım. Ama korkusu olan varsa eğer, sizleri filozofu bir kez ve son kez dinlemeye davet ediyorum. Karar zamanıdır…