Evet, yanlış hesap bu kez Bağdat’tan dönmez, dosdoğru mezalığın yolunu tutar.
Bütün dünya tam anlamıyla kontrollü bir biyolojik savaşın içine çekilmişken bizim ahalinin her kesiminden farklı sesler çıkıyor, her kafadan bir ses çıkarken neredeyse kimse söylediği lafın öteki ucunu düşünmüyor, bir taraftan halen din ve Allah adıyla sömürü düzenini farklı bir boyuta çekme uğraşı içinde olanlar şovlarını yaparken diğer taraftan yapılan yorumların en zırvası da bilim insanı kılığındakilerden geliyor, üstelik de, görünen o ki, zırvalama şampiyonluğunu kimseye kaptırmama derdindeler, TV kanallarını, YouTube’u, sosyal medyayı virüsten daha tehlikeli bir şekilde kasıp kavurarak, adeta virüsten daha tehlikeli olduklarını ispatlama yarışına girdiler…
Soytarılıktan öteye gidemeyenleri geçtim, en çarpıcı örneklerden birinde Nobel ödüllü Fransız bilim adamı ve virology Profesör Lug Montagnier diyor ki corona virüste HIV kesitleri var, bu da bir laboratuar çalışmasının sonucudur, yani bu pislik insan elinden çıkmıştır diyor.
Salgının başladığı Wuhan kentinde Çinlilerle birlikte ortaklık yaparak biyolojik ve kimyasal araştırmalar merkezini kuran Fransız Pasteur Enstitüsü’nün viroloğu Etienne Simon-Lorière de hemen karşı atağa geçiyor ve diyor ki “Böyle bir iddia saçmalık, bu oluşumlar diğer virüslerde de var, bir kitapta geçen bir kelime başka bir kitapta da geçiyorsa bu kelimenin diğer kitaptan alındığını söyleyebilir miyiz!!!!”
Biri gerçek bir bilim adamı, diyor ki bu virüs aşı amaçlı olarak laboratuarda geliştirilmiş olabilir, ama kesinlikle laboratuar ürünüdür ve ellerinden isteyerek veya istemeyerek kaçırdılar, öteki ise enstitüde habire virüs geliştiren ve virüslerin genetik kodlarının da patentini alan, yediği halt da ortaya çıkınca softa şaşırtmasıyla milletin aklıyla alay etmeye çalışan bilim adamı kılıklı, tam bir ahlaksızlık abidesi, tam bir insan müsveddesi, tam bir mahlukat, insanlığın ve bilimin yüzkarası bir soytarı...
Ki bunun gibi bilim insanı kılıklılar tarih boyunca insanlar ve hayvanlar üzerinde akla hayale gelmeyen deneyler yaparak insanlık tarihinin yüz karası oldular…
Diğer taraftan, birkaç Çinli bilim adamı müsveddesi meydana fırlıyor, bütün dünyada coronavirüs vakalarında neredeyse yüzde yüz oranında başarı gösteren ve bu virüsle mücadelede büyük umutlar veren Remdesivir ilacının etkisinin bu virüsün sebep olduğu sağlık sorunlarında SIFIR etkisi olduğunu söylüyor ve Dünya Sağlık Örgütü de ne kadar basiretsiz ve beceriksiz bir örgüt olduğunu adeta ispatlarcasına hemen bu açıklamayı alıp, bilimsel bir açıklamaymış gibi yayınlıyor.
Tabi ki işin merkezinde olan ve en ön saflarda bu felaketle çarpışarak hayat kurtarmaya çalışan doktorlar ve bilim adamları anında isyan ediyor, kurulduğu günden bugüne bazı rant çarklarının da sözcülüğünü ve temsilciliğini yapan DSÖ yaptığı açıklamayı geri çekmek zorunda kalıyor, “aldatıldık” diyor, biz de aslında rant çarklarının esiriyiz diyemiyor…
Elbette ki, geldiğimiz günde akla hayale gelmez teknolojilere sahip olan ve bu pisliği ve bunun envai türünü yaratanların elinde ilaç da var, aşı da var, bütün mesele, zamanı geldiğinde bunları piyasaya sürmek ve olabildiğince çok kar yapmak, muhteşem bir vurgun yapmak, bir sonraki biyolojik savaşta atılacak adım için de gerekli tüm durum değerlendirmelerine birtamam sahip olmaktır…
İşte aklıyla ve elindeki imkanlarla dünyayı yıkan ve kurtarmaya çalışan iki farklı bilim insanı ve aklı örneği tüm çıplaklığıyla karşımızda duruyor.
İki tür bilim insanı var, iki tür bilim aklı var, biri elindeki imkanları sonuna kadar kullanarak her türlü kötülüğü akıl almaz yöntemlerle rant uğruna, rant odaklarının hizmetinde olarak yapıyor ve yaratıyor, diğeri de ter ter tepinerek kötülüğü yaratanın kötülüklerine çare bulmaya çalışıyor…
Ve biz onların yarattığı ve yıkım sürecini de keyiflerine ve rant çarklarına göre kontrol ettiği silahların, bombaların, virüslerin arasında yaşam savaşı veriyoruz.
Dünyadaki durum artık malum, gelelim bizim duruma…
On gündür yeni vaka görülmedi, sevindirici bir durum.
UBP Genel Sekreteri Ersan Saner ise diğer ucuna bakmadan bir açıklama yaptı, yüzde 92 iyileşme oranı ile dünya geneline baktığımızda üst sıradayız deyiverdi.
Bu açıklamayı tersden okursak, ülkemizde virüse bulaşan her yüz kişiden 8’i hayatını kaybetti demektir, ki bu şu anda dünya ortalaması olan yüzde 4’ün tam iki katı fazladır.
Diğer taraftan, nolacak canım, gripten daha fazla insan ölüyor diyenler var.
Biri çıksın da bana son on yılda bu ülkede normal gripten kaç kişi kaybettiğimizi söylesin!
Konuştuğum doktorların hiçbiri son yıllarda normal gripten birinin öldüğünü hatırlamıyor, sadece domuz gribi gibi farklı boyutlarda etki gösteren hastalıklardan hayatını kaybeden birkaç kişi var, ki onların da altta yatan başka sağlık sorunları vardı.
Ne yazık ki hala bazılarının kafalarına dank etmiyor, bu virüs diğer virüslerden çok daha hızlı bulaşıyor ve hem bulaşma hem de öldürme hızı ötekilerden çok daha hızlı, altta yatan başka hastalık sebebi olmayanları da vuruyor, öldürüyor.
Bazı doktorlar diyor ki toplumun yüzde 60-70’i bulaşmadan sürü bağışıklığı kazanmanın imkanı yok, aşı da öyle kısa zamanda ortaya çıkmayacak.
Akıla bak hizaya gel…
Bu memleketin şu andaki nüfusu nerden baksan 500 bin üzerinde…
Bu nüfusun yarısı bulaşsa, o yarısının da sadece yüzde biri ölse, kısa bir zaman içinde kaybedeceğimiz insan sayısı en az 2500…
Yüzde ikisini kaybetsek, en az 5000 kişiyi kaybederiz.
Ersan Saner’in açıklamasından yola çıkarsak, en az 20 bin kişiyi kaybederiz.
Kısacası, Lefke ve Güzelyurt yerleşik nüfusunun nerdeyse tamamına denk gelen bir oranda insan kaybederiz.
Kısacası, Hiroşima ve Nagasaki’ye atılan atom bombalarından biri örneğin Güzelyurt’a atılsa, ancak bu kadar felaket olur…
En az iki tane daha Lefkoşa mezarlığı çapında mezarlık alanına ihtiyaç olur.
Daha da vahimi, bu ülkenin en az yüzde kırkı kalp, tansiyon, diyabet hastası, en az 7-8 bin de kanser hastası var, ki bu insanların şiddetli şekilde bu virüse yakalanması demek çoğunun kısa sure içinde kaybedilmesi demektir.
Eğer hesabımızı kitabımızı akıl yoluyla ve önümüzdeki verilere bakarak yapamazsak, sürü bağışıklığı diye tutturursak Ersan Saner’in verdiği rakam ikiye katlanır, memlekette tam bir katliam yaşanır.
Ne kontrollü, ne de kontrolsüz sürü bağışıklığı gidişatı sonucu değiştirmez, sonuç tam bir felaket olur.
Kaldı ki, virüsün toplumun yüzde bilmem kaçını etkilediğinde orada duracağının da hiçbir garantisi yoktur, olamaz da.
Öyle ki, toplumun yüzde yüzü bile etkilenebilir, sonra dönüp bir daha etkilenebilir, kimsenin tekrar bulaşmama garantisi yok, bulaşın da belli bir oranda duracağının garantisi hiç yok!
Başbakan Ersin Tatar memleketten bu süreçte 56 bin kişinin ayrıldığını, 13 bin kişinin de geldiğini açıkladı.
Giden sayısının genel nüfusun yüzde onuna denk geldiğini de açıkladı.
Ha, eğer öyle bazı doktorların iddia ettiği gibi bulaş oranında yüzde yetmişlere çıkacaksak, en az 350 bin kişi hastanalacak demektir, bu oranın da yüzde birini kaybetsek, eder 3500 kişi, o da en iyimser tahminle…
Yine Ersan Saner’in hesabına göre gidersek, yüzde 92 iyileşirse, yüzde 8 de kaybedilirse, en az 36 bin kişiyi kaybederiz…
Ölüm oranı ister yüzde bir, isterse yüzde sekiz olsun, sonuç her halükarda küçük veya büyük boyutlu bir felakettir.
Kaldı ki, yukarda dediğimiz gibi, bir kez bulaşanın bir daha bulaşmayacağı ve birinci veya ikinci bulaşta hayatını kaybetmeyeceğinin garantisi de yok…
O yüzden gerek siyasiler, gerekse doktorlar ağzını açarken yapacakları açıklamaların iki ucu keskin bıçak gibi durduğunun da farkında olmalıdır.
Burada yapılması gereken tek şey vardır, tam etkili ilaç ve aşılar bulunana kadar, dişimizi sıkıp bulaştan halkı koruyabildiğimiz kadar korumamız gerekiyor.
Diğer taraftan, polisiye yöntemlerin uygulamada olmasına ve yapılan bütün çağrılara ve uyarılara rağmen halkın nerdeyse yarısı acil ihtiyacı olmadan sokakta başıboş dolanıyor.
Yedi sülalesiyle birlikte marketlere doluşanlar mı istersiniz, ahbap çavuşlarıyla, kız ve erkek arkadaşlarıyla arabalara doluşup bunaltı gezintisi yapanlar mı istersiniz, hala abi biz Müslümanız, namazımızı kılarız, bize birşey olmaz diyen zırcahiller mi istersiniz, ortalıkta fır dönüyorlar.
Demek ki uyarılar ve polisiye önlemler yeterli olmuyormuş, daha sert önlemler gerekiyormuş.
Hükümet, bütün eğrilerine ve doğrularına rağmen süreci fena idare etmedi, ama sürecin en başından çok önemli bir hata yaptı, her evden dışarı çıkacak tek bir kişi belirlenmeliydi, poliste isim listesi oluşturulmalıydı ve ihtiyaçlar için sokağa sadece o kişi çıkmalıydı, polisteki listenin haricinde sokakta bulunanlar doğrudan tutuklanmalıydılar.
Milletin bir kısmı efendi efendi yasaklara uyarken ve hem kendini hem de başkalarını korumaya çalışırken bazıları da tam anlamıyla soytarılık yaparak sokaklarda başıboş mahlukatlar olarak dolaşmaya devam ettiler…
Bu millet 63’den 74’e kadar gettolarda, mahalle aralarında sıkış tıkış yaşadı, karne ile bir lokma ekmeğe muhtaç oldu da gıkını bile çıkarmadı, ama şimdi bazıları o kadar görgüsüzleşmiş, o kadar bencilleşmiş, o kadar beyinsizleşmiş ki bir ay evde kıçlarının üzerinde oturamadılar, resmen sapıttılar…
Hal böyle olunca da hükümete daha esaslı tedbirler almak düşüyor.
Ekonomik duruma gelince, ki memleketin en öncelikli sorunu olarak karşımızda duruyor, artık hükümetin turizm, eğitim, tarım gibi konularda acil olarak birkaç tane bilim kurulu oluşturup, bu şartlarda sürdürülebilir turizm, eğitim, tarımın ve diğer sektörlerde üretimin dışarıya bağımlı olmadan veya en az bağımlılıkla nasıl yapılabileceğinin hesabını kitabını yapması gerekmektedir.
Bu işin şakası yok, kendi kendimize yetmek mecburiyetindeyiz, bu müsibetten dersimizi alırsak, akıl koyarsak, bundan sonra bu ve benzeri müsibetlere hazırlıksız yakalanmayız.
Diğer taraftan, hayatın kontrollü şekilde normale dönmesine gelince, Avrupa Birliği’nin ilgili birimleri bu konuda kapsamlı ve bilimsel bir çalışma yaptılar ve bu çalışmanın istatistikler haricinde bizi de ilgilendiren ve bize yardımcı olabilecek, yol gösterici olabilecek kısmı, ana hatlarıyla şu anda hükümetin de elindedir.
Dolayısıyla adım adım her konuda nasıl açılım yapılabileceği ve normalleşmeye doğru gidilebileceği de bir muamma değildir.
Bundan sonrası, akıl ve irade işidir.