Ülkemizde sırtına en fazla yük binen kurumlardan biri, belki de en fazla yük ve sorumluluk taşıyanı, milletin kozlarını eşit şekilde paylaştırmak için ter ter tepineni, ağır aksak işlese de, eninde sonunda işleyeni, şüphesiz ki yargıdır.
Bir memleket düşünün ki yerleşik nüfusun nerdeyse yarısı kadar dava mahkemelerde görülmekte, veya görülmek için sıra beklemektedir.
Trafik kazaları, uyuşturucu, alacak verecek meseleleri, toplum düzenini bozan kavgalar gürültüler, boşanma meseleleri mahkemelere en çok yansıyan konular...
Bu durum, aslında toplum bireylerinin ötekinin hakkına saygı duymamayı kendine hak saydığı, başkasının yaptığı haksızlıktan kendine hak payı çıkararak haksızlık yapmayı hak ve marifet bildiği, şahsi keyfin başladığı yerde başkasının haklarını sonuna kadar görmezden gelindiği bir düzenin ve 40 senede 39 hükümet kurma becerisinin gösterildiği devlet anlayışının da tam anlamıyla çöküşte olduğunun bir göstergesidir...
Herkes de bunun bir şekilde, az ya da çok farkındadır.
Farkında olmayanın da ya aklı başında değildir, ya da bu düzenden sonuna kadar menfaat sağlamaktadır.
Dördüncü güç olan yazılı ve görsel medyada her Allah'ın günü trafik kazaları ve ölümler, yaralanmalar, uyuşturucu, kavgalar, yolsuzluklar, arsızlıklar, hırsızlıklıklar, siyasilerin pişkinlikleri sıra sıra yer alır ve yıllar yılıdır bu durumda iyiye doğru hiçbir gidişat da görülmez, aksine her geçen gün kötüye gidişat görülür.
Bu süreç içinde gazete manşetlerinden mahkeme koridorları hiç eksik olmaz.
Dahası, yargı süreçleri ve kararları da açıklanır, irdelenir.
Bazen de, yargı kararları ustaca, yargıyı karşısına almadan, ama yargıyı hedef gösterecek şekilde eleştirilir, yargının kalitesinin kamu vicdanında yargılanması için bahane yaratılır, gerekçe gösterilir.
Son haftalarda gazete manşetlerinde en çok görülen konulardan biri, Yüksek Mahkeme Başmukayiti Neşe Başkan'ın Dereboyu ile Metehan arasındaki ana yolda Fatih Dudu isimli asker firarisi vatandaşa çarpması ve Dudu'nun da olay yerinde hayatını kaybetmesi neticesinde, ölümlü trafik kazası sorumlusu olarak Neşe Başkan'ın yargılanmasıydı.
Neşe Başkan bu davada beraat etti.
Ertesi gün ve sonraki birkaç gün boyunca bu konu gündemde kaldı ve medyada, özellikle gazete manşetlerinde ölümlü kazalara verilen cezalar ifşa edildi, kıyaslandı, çaktırmadan yargı sistemi ve verdiği cezalar yargılandı...
Öyle ki, sanki yargı sistemi ölümlü trafik kazalarında sağ kalana, ya da bir boyutta suçlu olup da sağ kalana ve yargılanana "duruma göre" çifte standart uyguluyormuş gibi bir hava yaratıldı...
Hangi medya bu?
Ülke tam anlamıyla bir kokuşmuşluğun içine düşerken, toplumu bilinçlendirmek adına hiçbir şey yapmayan, ama tüm çirkinlikleri işine geldiği gibi kullanan, nerdeyse, "Allah artırsın bu olayları da biz de yazacak, zırvalayacak birşeyler bulalım" diyecek noktada olan medya...
Neşe Başkan'ın karıştığı kaza, ender olarak beraatla sonuçlanan ölümlü kazalardan biri...
İşinden evine giderken bu talihsiz kazaya karışan Neşe Başkan bu olayda gerçekten suçlu muydu?
Bence değildi, yargı da, her ne kadar basında sanki taraf tutmuş gibi bir izlenim yaratılmış olsa da, kesinlikle en doğru kararı verdi ve Neşe Başkan'ı beraat ettirdi.
İstek üzerine, olay yerini, olay saatinde bilirkişi ile metre metre inceledik, Fatih Dudu'nun bariyerleri atladığı yere bir adam diktik, arabayı 30 kilometrenin altına indirerek defalarca ve defalarca, metre metre o güzergahı fotoğrafladık, yüksek çözünürlüklü filmler çektik.
Bu görüntülerin hiçbirinde rahmetli gencin bariyerleri atlayıp da araca çarptığı yere diktiğimiz adam görünmüyordu, üstelik de orada durduğu ve var olduğunu bildiğimiz halde...
Ortadan bariyerlerle ayrılmış bir anayol, karşı şeritten gelen araçların ışıklarının orta refüjdeki bitkiler, ağaçlar arasında yarattığı senkronize ışık patlamaları ve yıldırım hızıyla oluşan ve kaybolan, gözün algılamasını darmadağın eden düzensiz ışık ve gölge oyunları, o gölge ve ışık oyunları arasında yolu geçmeye çalışan birisini düşünme ihtimali olmaması, olsa bile onu görmenin imkansız olması, o yolda karşıdan karşıya bir yayanın geçme ihtimalinin hukuken de hiç olmaması, sürücünün öyle bir yolda giderken dosdoğru karşıya ve birkaç metre önüne değil de daha rahat görebilmek için en az yüz metre ileriye ve sonrasına bakması, karşıdan gelen ve gözü alan ışıkların olduğu istikamete gözlerini korumak için bakmaması, geceleyin loş ışıkta gözün hareketleri algılama ve netleme süresinin iyice düşmesi, koyu renk elbiseler giymiş ve uyuşturucu madde etkisi altındayken algılama ve reflekslerinin belli ölçüde zayıflamış birinin aniden ve hiç beklenmedik şekilde aracın önüne atlamasının beklenmemesi gibi sebepler o kazanın ne kadar anormal şartlar altında gerçekleştiğinin bir göstergesiydi...
Kaldı ki, göz denen organ en iyi ışık şartlarında bir noktaya en kısa 0.7 saniyede odaklanabilir, ışık düştükçe ve hareket halindeyken bu odaklanma saniyelere çıkar, 70 kilometre hızla giden bir aracın sürücüsü ise yanıbaşında oluşan bir hareketi algılayana kadar normal ışıkta bir saniyede en az 20 metre gider, algıladığına refleks gösterip de harekete geçmesi için geçen en az bir saniyelik sürede de bir o kadar daha gider, birkaç metre kalan önüne atlayan birini görse bile durma imkanı yoktur...
Dahası, 70 kilometre süratte giden bir tonluk araç bir insana çarptığında insana geçen kinetik enerji, bir insana en az 3000 piyade tüfeği mermisinin aynı anda isabet etmesiyle ortaya çıkacak enerjiye eş değerde bir etkidir ve insan savrulur gider, bu en basit bir fizik kuralıdır...
40 kilometrede bir insana çarpan araç, bu gücün en az yarısı kadar enerjiyi insana geçirir ve insan vücudunu mahvetmeye yeterlidir.
Böyle durumlarda, insan vücudunun alacağı darbenin gücünü varın siz düşünün...
Rahmetli çocuğun ana damarlarından biri aldığı darbeyle yırtılmış ve dolayısıyle araç çok hızlı olduğundan bu hasarı vermişmiş!!!
Rahmetli Oya Aydoğan da öksürdüğü için aort damarını yırtılmış ve iç kanamanın yarattığı sorunlardan dolayı hayatını kaybetmişti...Hem de daha birkaç hafta önce...
Oldu mu ya şimdi, peki Oya Aydoğan'a kim çarptı!!!
Bilimsel gerçekler ne yargı tarafından, ne de başka bilimsel odaklar tarafından çarpıtılamaz.
Olsa olsa, bizim basın anlayışında olduğu gibi, işine geldiği gibi olayları ifade edip de, ilk algıda istediği algı yanılsamasını yaratmayı marifet bilenler tarafından çarpıtılabilir.
Malesef ki, yargıyı kendince yargılamaya kalkışan basın odakları kazaların oluş şeklini değil de yargının kararlarını kamu vicdanında eleştiriye açık bırakacak şekilde davrandılar...
Yüksek Mahkeme Başmukayiti Neşe Başkan'ın yerinde bir başkası olsaydı ve beraat alsaydı, belki de basın bu şekilde davranmayacaktı...
Bizim medya dünyamızda zerre kadar vicdan ve rasyonel akıl olsa, uyuşturucu, trafik kazaları, ve diğer vahim boyuta ulaşmış olayları acite ede ede, sömüre sömüre manşetlere taşıyacağına, bu sorunlarda halkın gözünü açmak için eğitici, öğretici, koruyucu, bilinçlendirici yayınlar yapar, boşu boşuna olan ölümleri, kararan hayatları önlemeye çalışır ve sonuç alana kadar da bu politikayı sürdürürdü...
Amma ve lakin, nerde o günler...
Belki yargı sistemimiz mevcut şartlarda dört dörtlük değildir, ama sıra yargıyı yargılamaya gelene
kadar yargılanacak çok ama çok şey var...
Kısacası, günah keçisi olma sırası bize gelene kadar, basın, hükümet ve toplum olarak günah keçileri yaratmaya devam etme politikasını marifet saymaya devam ediyoruz...