Yaşanmış güzel bir hikaye !

Mesut GÜNSEV

Bu haftanın öyküsü Viyana’dan geldi. Kazım Balaban yazmış… Posta kutuma ramazandan önce düştü… Tam da fitre ve zekatların verileceği ay öncesi… Ama yayınlamak kısmet olmadı … Ama bence geç değil… Eğer edecekseniz ihtiyaçlılara yardım her zaman mümkün... Ne der eski bir deyiş “iyilik yap, denize at, balık bilmezse Halik-yaradan- bilir”…Gelelim bu haftanın pazartesi öyküsüne…

“Başlık her ne kadar hikaye olarak konuldu ise de bu bir öykü veya hikaye değil, gerçek yaşanmış bir vakadır.

Viyana’da orta yaşlı Hırvat (Hırvatistanlı) bir kadın tanıyorum. Bu kadın dindar (dikkat ediniz, dinci değil) bir Katolik /Hristiyan. İnancına bağlı, sade, çalışkan ve dürüst bir kadın.

Kadın ile sohbet ederken (Eylül 2016) çok huzursuz olduğunu, büyük bir sıkıntı içinde olduğunu anladım. Bana içinden çıkmakta zorlandığı bir problemi olduğunu ve ne yapacağını bilemediğini, kendisine bir fikir vermemi rica etti.

Problemin nedir? Diye sordum.

Şöyle cevap verdi.

‘’Ben inanmış, inancını yaşamak isteyen bir Katolik insanım. Hata yapmamaya, suç işlememeye, günahkar olmamaya dikkat ederim. Kendimi her an Hz. İsa ve Meryem huzurunda hissediyorum. Benim 2 oğlum, bir kızım var ve onlar da büyüdüler. Anne /Baba da kaybettik. Burada Anne diye bildiğim, çok sevdiğim kimsesiz bir Avusturyalı kadın vardı. Bu kadının güzel bir mevkide, cadde köşe başında kendine ait evi ve bahçesi vardı. 17 sene ona ücreti karşılığında hizmet ettim. Her türlü ihtiyaçlarını karşıladım. Bahçesinde ağaçlara, kuşlara bile baktım. Bana verdiği paradan memnundum. Ben ona ‘’Mama (Anne)’’ o da bana ‘’Kızım’’ diyordu. Bundan 3 yıl önce bana, ‘’Öldüğümde evimi ve bahçemi sana bırakacağım’’ dedi. Ben buna itiraz ettim. ‘’Yaptığım hizmetin karşılığını fazlası ile alıyorum, işimden de memnunum’’ dedim. Mama bana şöyle dedi ‘’Evet sana para veriyorum ama bu hizmetin içindir. Ama sen bana SEVGİ de veriyorsun. Bana şefkat gösteriyorsun. Bir kızım olsaydı senden daha iyi yapamazdı. Dolayısı ile sen de benim kızım gibisin ve mirasımı sana bırakacağım’’. Kendisine dedim ki ‘’Sen de bana Annelik yapıyorsun. Sende Anne sevgisi görüyorum. Yaptığımız karşılıklı sevgi’’. Mama 3 ay önce 87 yaşında öldü. Bana bir ay önce mektup geldi. Mama evini ve bahçesini içindekilerle beraber bana bırakmış. Ancak ben kendimi suçlu hissediyorum. Sanki serveti bana kalsın diye bakmış gibi görüyorum. Benim 2 oğlum, bir kızım var. Onlara şimdiye kadar haram bir şey yedirmedim. İmkanlarımız içinde karı- koca, her anne babanın yaptığı gibi çocuklarımız için de bir şeyler kazandık. Ama biz bunları alın teri ile kazandığımız para ile aldık. Çocuklarımızın boğazından haram lokma geçmedi. Alın teri ile kazanmadığım bir kazancı öldüğümde çocuklarıma nasıl bırakırım? Ben Mamaya baktım ama hakkımı da aldım. Bu bahçeli ev benim hakkım değil. Ne yapacağımı şaşırdım’’

Eşin ve çocukların ne diyor? Diye sordum.

‘’Eşim bu işi zamana bırak diyor. Çocuklarım da ‘’Sana miras kalmış. Buna sevinmen gerekirken üzülüyorsun’’ diyorlar.

Kadına şöyle dedim.

‘’Önemli olan insanın mutlu olması, kendini huzurlu hissetmesidir. Belli ki bu miras seni çok rahatsız ediyor ve çocuklarına bırakmak istemiyorsun. O zaman sana şöyle bir tavsiyede bulunayım. Sen ve eşin yaşadığı sürece burası sizindir. Sizin her ikinizin ölümünden sonra burayı bir HAYIR kurumuna, örneğin Katolik inançlarına uygun Hastaneler, huzurevleri veya Caritas gibi yardım kuruluşlarından birine bağışlarsın’’ dedim. 

Kadın buna çok sevindi. ‘’Pek çok kişiye danıştım ama en mantıklı öneri bu oldu’’ dedi.

Kadın buna sevindi ama bu sefer ben tereddüt ettim. KUL HAKKI yememe konusunda çok hassas olan bu insana yaptığım öneri doğru muydu? Daha gerçekçi öneriler bulunamaz mı?

Bu sefer ben, değil Kul Hakkı, yolda Para bulsa bile almayacak olan çevremdeki ve Türkiye’de ki dostlarıma danıştım.  Ortak akıl şöyle diyordu.

‘’Böyle bir durumda dindar bir Hristiyana verilecek en doğru cevap bu olsa gerektir’’

Bir süre sonra bir arkadaşla birlikte evinde kendisini ziyaret etmeye karar verdik.

Kendisine yaptığım önerinin dostlarım arasında da kabul gördüğünü, özellikle danıştığım Bektaşi Babaların da böyle düşündüklerini söylemek üzere evine (Kasım 2016) gittim.

Evde inşaat vardı. Bir takım tadilatlar yapıyorlardı.

Kadın, Mama dediği Avusturyalı kadının kabrini ziyaretten yeni dönmüş, ağlamaktan gözleri şişmişti.

Mezar taşına konuşmuş, ‘’Mama ben geldim’’ deyip kendisine çiçek getirmişti.

Her 2 veya 3 günde bir çiçek alıp Mama’sını ziyarete gidiyor, konuşuyor, ağlıyor, dertleşiyordu.

Ancak kadının şimdi yeni bir sorunu ortaya çıkmıştı.

Onun bu halini gören ve evi, Mama ile bitişik olan diğer bir yaşlı kadın kendisine şöyle bir teklif getirmiş.

‘’Sen Mama’nı kaybettin, benim de evladım yok. Gel Anne- Kız olalım. Ben de artık yaşlandım. Bana da bak. Öldüğümde evim ve bitişik bahçem sana kalsın’’

Kadın şöyle düşünüyordu.

‘’Kendisine bakmaya hazırım. Zaten bakım paramı verecek. Ancak bana önden böyle ‘’Mirasım sana kalacak’’ diye bir teklif yapıldığından tereddüt içindeyim. Ne yapacağımı şaşırdım. Bakmasam yaşlı kadını üzmüş olacağım, baksam sanki miras için bakıyorum gibi bir duyguya kapılıyorum. Kadın 3 ay sonra ölse, sanki –bir an önce ölsün de mirası bana kalsın- diye iyi bakmamışım psikolojisi içindeyim. Ne yapacağımı şaşırdım’’.

Bu sefer kendisine şöyle dedim.

‘’Bu biraz daha değişik bir durum. Önceki Mama mirasını iraden dışında sana bırakmıştı. Ama yeni Mama sana önceden bir teklifte bulunuyor. Mirasının sana kalması vicdanını rahatsız etmemeli. Kimin ne zaman, nerede öleceği de belli olmaz. Ama varsayalım ki o senden önce öldü ve mirası sana kaldı. Sen de yaşlılığında ne yapacağına karar verirsin. Ayrıca -çocuklarıma kalacak- düşüncesi de tam doğru değil. Bazen çocuklar, anne ve babalarından önce ölüyorlar ve bu oran pek te küçümsenecek bir oran değil. Sen hata yapmadığın müddetçe vicdan azabı da çekmezsin’’ dedim.

Kadın öneriyi akılcı buldu. İnşaatını bitirdikten yani işleri biraz azaldıktan sonra bu kadına da ücreti ile bakacak. Belki onu da Anne gibi sevecek ve bağrına basacak. Belki ondan da bir miktar miras kalacak.

Şu sözle tamamlamak istiyorum.

Güzel ve yardımsever insanlar dünyanın her yerinde var. Her dinden (veya dinsizden), her coğrafyadan, her ulustan var. Kaleme aldığım bu hikaye sade, dürüst bir Hristiyan kadının davranışıdır.  Aslında dürüst olmak bir meziyet değil. Her insan zaten dürüst ve yardımsever olmak zorundadır. Sadece insanı değil, her türlü hayvanı ve doğayı da sevmek ve korumak zorundayız.

Kuranı Kerim, Dehr Süresi 8-9 şöyle der:

‘’Onlar ki yoksula, ve yetime. Yiyecek verirler tutsaklara (kölelere) doysun diye. Derler ‘’Tanrı Rızası için veriyoruz, Bir karşılık, TEŞEKKÜR dahi beklemiyoruz’’

Yani birine yardım ederken bir teşekkür bile beklemeyeceksiniz. Sağ elinizin verdiğini, sol eliniz görmeyecek ve reklam yapmayacaksınız.

Onun için Hz. Muhammed, ‘’Komşusu aç iken kendi tok yatan bizden değildir’’ diyerek RANT değil, adaletli gelir dağılımı ile yoksulluğun giderilmesini insanlığın önüne görev olarak koymuştur.

Muhabbetlerimle

Kazım Balaban / Viyana  11. Mart 2017”