Dünya gelişen teknik altyapılar ile her geçen gün farklı noktalara ulaşırken bizim ülkemizde biz maalesef eski teknolojiler ile boğuşmaya devam ediyoruz. Bahsettiğim konu kullandığımız telefonlar değil elbet. Biz belki ihtiyaç belki de gösterişten dolayı en yeni, en pahalı akıllı telefonları kullanıyor olabiliriz ama o telefonların teknolojisi bile bize fazla. Bu güne kadar medyanın birçok farklı dalında çalıştım. Birbirine paralel olarak para kazandığım bu sektör içerisinde, en hızlı gelişen ve aslında en önemli güç olan televizyonculuk, herksin malumudur.. Televizyonculuğumuz can çekişiyor. Konuşan kafaların, prodüksiyondan uzak yayınların olduğu televizyonlarımızda “sözde” haber televizyonculuğu yapıyoruz. Dünyadaki örnekleri ile karşılaştırıldığı zaman bizim televizyonlarımız maalesef kendine has bir içeriğe sahip. Ülkemizde televizyonların özel yayıncılığına başladığı dönemde, sinemalarda oynayan filmlerin yayınlaması vatandaş tarafından büyük beğeni görürken, sinemacıların büyük tepkisini çekmişti. Hatta arka arkaya en güzel ve en yeni filmler gösteriliyordu. Yayınlanıyordu. Sonrasında bir heyecan ile uydu yayıncılığına geçildi. Hal böyle olunca, bu kez Türksat üzerinden uyduya çıkıldığı gün, Türkiye’nin ve uluslararası ülkelerin kurallarına uymak zorunluluğu gerçeği ile yüzleşildi. Uluslararası kurallar çerçevesinde, herhangi bir yabancı programı, filmi veya belgeseli yayınlayabilmeniz için o prodüksiyonu hazırlayan kuruluşa telif hakkı ödemeniz gerekiyor. Bu işin içinden ise bizim ülkemizdeki çok küçük bütçeleri olan, hatta kameramanları bile olmayan televizyonlarımızın çıkması mümkün olmadı. Çözüm kendi üretimimiz programlar ile bulundu. Ortaya görüntülü radyo benzeri programlar çıktı. İki kişinin karşı karşıya bıdı bıdı yaptığı, ülke gündeminin konuşulduğu sohbet türündeki programlar “haber programı” bu programları da yapan kanalar “haber kanalı” olarak yayın yaptı. Yine bu televizyonlar bu kez ağlamaya koyuldu. Kimsenin seyretmek istemediği, kimsenin reklam vermek için uğraşmadığı tv programları ile medya her geçen günde farklı trajedi programları, programcıları görür oldu. Ülkemizde bu işi hakkı ile yapmaya çalışan yayıncılar da yok değil. Ancak stüdyo dışındaki programların varlığının azlığı, gerçek anlamda özel haberin eksikliği, vizyonsuzluk ve patron kafası ile yönetilen televizyonlar ülke medyasında derin yaralar açtı. Bu yaralar büyümeye de devam ediyor. Bazı TV yöneticilerinin kendi kanallarını bile seyredip seyretmediğinden ciddi şüphelerim var. Televizyonculuk yaşayan bir organizma gibidir. Stüdyoda konuşan kafaların dışında bir üretimin yapılması hatta daha çok yapılması, insana yatırım yapılması gerekiyor. Bu yönde bir çalışma yapılmadığı sürece ülkemiz televizyonları Türkiye’nin yayınları altında ezilmeye mahkumdur.