Yerbilim Mühendisleri Odası Başkanı Jeoloji Mühendisi Oğuz Vadilili ile Doğu Akdeniz'de Hidrokarbon varlığı ve jeopolitiğini konuştuk . Vadilili Detay Gazetesi okurlarına çok önemli detaylar açıkladı.
- ÇARE DENİZLERDE TEK EGEMENLİK
Kıbrıs adası, Doğu Akdeniz de MEB uzlaşması aranıyorsa eğer coğrafi konumu gereği olmazsa olmazdır. Adanın denizel alanlardaki ayrı ayrı egemenlik hakkı süreç içerisinde iki farklı tezin oluşturduğu mevcut statükonun ancak korunmasına yardımcı olacaktır. Doğu Akdeniz de bir uzlaşı aranıyorsa eğer Kıbrıs adası, iki toplumun denizel yetki alanlarında sahip olacağı ortak egemenlik (tek egemenlik) ile katkı tıkanmak üzere olan sürece katkı koyabilirler.
- MARAŞ MEB HAKKI OLABİLİR
Adamızın batısı, güney batısı yönünde ekonomik alanlara Maraş kıyılarının karşılık geldiği ve Kıbrıs Türk idaresinde açılaması girişimi olan Maraş’ın ilerde KKTC’ye bu alanlar için münhasır ekonomik alan hakkı kazandıracağı öngörüsü ve bu inancı da Türk tezi kapsamında dillendirilmektedir.
- KUZEY-GÜNEY AYRIMININ EKONOMİK FAYDASI YOK
Adanın ekonomik alanların da olası bir kuzey-güney ayrımının Kıbrıslı Türklerin ekonomik faydasına olmayacağını mevcut kanıtlanmış jeolojik bilgiler ışığında değerlendiriyorum. İki toplumun denizel yetki alanlarında sahip olacağı ortak egemenlik (tek egemenlik) özellikle Kıbrıslı Türklere daha çok fayda sağlar diye düşünüyorum.
- TÜRKİYE’NİN DIŞLANMASI EKONOMİK AKLA UYGUN DEĞİL
Doğu Akdeniz gazı için en önemli pazar yıllık 50 milyar m3 ü aşan bir tüketim miktarı ile Türkiye Cumhuriyeti’dir. Adamızın güneyinde ekonomik alanlarındaki adamıza ait kuyularda 7-8 tcf kadar gaz bulunmaktadır. Yaklaşık piyasa değeri 7-8 milyar dolardan bahsediyoruz. Onun için hidrokarbon jeopolitiğinde Türkiye’nin dışlanması ekonomik akla uygun değildir.
Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) Kavramları Nedir?
Kıta sahanlığı kavramı Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne (BMDHS) göre “kıyı devletinin karasularının ötesinde, 200 mile kadar uzanan ve kara ülkesinin doğal uzantısı olan deniz yatakları ile bunların toprak altıdır” şeklinde tanımlanır.
Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ise sahildar devletin 200 deniz mili mesafeye kadar ilan ederek tesis edebileceği bir deniz yetki sahasıdır. Buna göre belirtilen bölge 200 mil içinde kıta sahanlığının sahildar devlete tanıdığı tüm hakları aynıyla sahildar devlete verir. Sahildar devletler MEB ilanı ile kıta sahanlığına ek olarak balıkçılık için egemenlik, deniz çevresinin korunması için ayrıcalıklı yargılama yetkisi ve temel hava sahasında egemenlik hakları (enerji üretimi için rüzgâr) kazanır.
BMDHS’i göre MEB’de kıyısı olsun veya olmasın diğer tüm devletler seyrüsefer ile uçuş serbestliğinden, denizaltı kabloları ve petrol boruları döşeme serbestliğinden yararlanmaktadırlar. Diğer devletler bu özgürlükleri kullanırken kıyı devletinin uluslararası hukuka uygun belirlediği kurallara uygun şekilde hareket edilmesi gereği de kurala bağlamıştır.
Deniz Yetki Alanları İçin Anlaşma Şart Mıdır?
Doğu Akdeniz’e kıyısı olan tüm devletler tüm dünya da olduğu gibi tek taraflı kıta sahanlığı veya MEB ilanında bulunabilirler. Fakat bu ilan edilen alanlar bir başka sahildar devletin ilan ettiği veya edebileceği alanı ihlal ediyorsa o zaman bu alanların uluslararası hukuk açısından kabul edilebilir olması için devletlerin karşılıklı anlaşmaları şarttır. Doğu Akdeniz de karşılıklı ilan edilecek olan tüm deniz yetki alanları birbirleri ile çakışacaktır.
Örneğin Türkiye ve Mısır ki bölgede birbirine en uzak mesafe de olan ülkelerdirler, kuzey-güney yönlü 324 mil mesafeye sahiptirler. En uzak konumda olan Türkiye-Mısır kıyıları arasındaki mesafenin hiçbir yerde 400 mili geçmemesi tek taraflı ilan edilecek bir kıta sahanlığı ve/veya MEB’in uluslararası hukuk nezdinde geçerli olmasının önünde engel teşkil etmektedir. Doğu Akdeniz’deki tüm sahildar ülkeler için geçerli olan bu sorun sınır belirleme konusunda ilgili kıyıdaş devletleri anlaşma ve iş birliği yapmaya zorlamaktadır.
Özetle bölgede kıyısı olan ülkeler kıta sahanlıklarını ve/veya MEB’lerini tek taraflı ilân edebilirler. Ancak uluslararası hukukun kabul göreceği şekilde tek taraflı sınırlandıramazlar.
Deniz Yetki Alanı Sınırı Belirlemede Kullanılan Bir Yöntem Var Mı?
Dünya genelinde kabul gören ve uygulanan yöntemler vardır. Bunlardan “ortay hat kuralı” ve ‘kıyı uzunlukları orantı prensibi’ yöntemleri bölgemizde de uygulanmaktadır.
Kıbrıslı Rumların egemenliğindeki Kıbrıs Cumhuriyeti iki sahildar devlet arasındaki deniz alanını tam ortadan bölen “ortay hat kuralını” uygulayarak İsrail, Mısır ve Lübnan ile MEB anlaşması yaptı. Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi kurallarına uygun olarak deniz yetki alanlarını sınırlandırdı.
Kıbrıs-Mısır deniz yetki alanının bir kısmında Türkiye Cumhuriyeti’nin de hak iddia etme durumu vardır. Türkiye Cumhuriyeti daha önce de anlattığım deniz yetki alanı ilan etme kuralları gereği bu hakka da sahiptir. Bununla birlikte biz Kıbrıslı Türkler olarak ilan edilen tüm yetki alanlarına itirazımız asla kapsadığı alanlar değil egemenlik hakkı üzerinden olmalıdır. Bu alanlara ortak olduğumuzdan asla vaz geçmeliyiz. En azından bugüne kadar da böyle olmuştur. Ümit ederim bundan sonra da böyle devam eder.
Ortay hat kuralı uygulanarak belirlenen deniz yetki alanı sınırlamasına bir diğer örnek Mısır ve Yunanistan MEB anlaşmasıdır.
Ortay hat kuralı mantığının aksine sahildar ülkelerin kıyı uzunlukları ile doğru orantılı bir şekilde MEB alanı oluşmasını sağlayan “kıyı uzunlukları orantı prensibi” de vardır. Doğu Akdeniz’de buna uygun olarak imzalanan tek anlaşma Türkiye Cumhuriyeti ve Libya arasında ki MEB anlaşmasıdır.
Öte yandan Türkiye ve Mısır arasında ki alanda yine kıyı uzunlukları orantı prensibi ile çizilmiş ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından tek taraflı ilan edilmiş kıta sahanlığı ilanı mevcuttur. Türkiye Cumhuriyeti’nin bir diğer kıta sahanlığı alanı ise KKTC ile imzalamış olduğu kıta sahanlığı anlaşmasına dayanmaktadır.
Mısırın tek taraflı olası ilan edebileceği kıta sahanlığı ve/veya MEB sınırı ile hali hazırda Türkiye’nin tek taraflı ilan etmiş olduğu kıta sahanlığı sınırlarının çakışabilme olasılığı yüzünden bu alanların kesişim kümeleri uluslararası hukukta kabul görmesi için karşılıklı anlaşmaya muhtaçtır. Son zamanlarda Türkiye Mısır arasında yakınlaşma girişimi de bununla alakası vardır diye düşünüyorum.
Halen bu sınırın ihlali Türkiye Cumhuriyeti meclisinde onaylanan bir karar ile savaş nedeni sayılmakta ve hak iddia edilen alanın sınırı bu şekilde muhafaza edilmektedir. Tabii Türkiye’ye kıyasla daha uzun kıyıya sahip olan Mısır’ın kendisine önerilen “kıyı uzunlukları orantı prensibi” ile çizilmiş MEB tezini kabul etmesi durumunda “Ortay hat kuralı” mantığına göre daha kazançlı olacağı ve mevcut siyasi sorunların aşılması halinde Türkiye’nin tezi Mısır’ın çıkarınadır.
Anlaşılan bir MEB oluşturma mücadelesinin tam ortasındayız. Bu mücadeleyi nasıl yorumluyorsunuz?
Süreç açık denizde, İsrail’in 1999 yılında kıyılarına yakın NOA sahasında ve 2000 yılında Mari-B olarak adlandırılan alanlarda küçük miktarlarda hidrokarbon yataklarını keşfetmesi ile başlamış ve süratle hız kazanmıştır diyebiliriz. Yani en az 20 yıllık bir süreçten bahsetmek yanlış olmaz. Yine hemen 2000’li yılların başı ile meşhur Sevilla Haritası ortaya çıkmış mücadele oldukça görünür hale gelmiştir. Sevilla Haritası ile öngörülen MEB alanlarının tümü sahildar devletlerin “ortay hat kuralı” ile MEB alanı oluşturmasını öngörmektedir.
Tabii haritada çizilenler haritada kalmadı. Haritada öngörülenlere uygun olarak MEB sınırları Kıbrıs-Mısır, Kıbrıs- Lübnan ve “one minute” olayından sadece bir yıl sonra Kıbrıs-İsrail arasında yapılan MEB anlaşmaları ile hayata geçmeye başladı.
Ayrıca harita ile ana karaya ait adalara da kıta sahanlığı ve MEB alanı oluşturma hakkı öngörülmüş, Meis ve Girit gibi adaları sayesinde Yunanistan adeta zorla Doğu Akdeniz de hak sahibi yapılmaya çalışılmıştır. En son Mısır ve Yunanistan’ın imzalamış olduğu MEB anlaşması Meis adasını dışarıda bıraksa da gerçekte ana karaya ait ada olan Girit adasına ada devletlere tanınan (Örneğin Kıbrıs-Malta) Kıta Sahanlığı/Meb alanı hakkı tanıyarak MEB anlaşması gerçekleştirilmiştir. Anlaşma yine “ortay hat kuralı” ile çizilmiştir.
Sevilla Haritası ile Doğu Akdeniz de Türkiye kaybeden pozisyonuna sokulmak istenmiştir. Bölgede en uzun kıyısı olan ülke konumundaki Türkiye hem haritanın öngördüğü MEB çizim mantığı en az MEB alanına sahip olması istenmiş hem de ana karaya ait adaları sayesinde Yunanistan adeta zorla Doğu Akdeniz de hak sahibi yapılmaya çalışılmıştır. Böylelikle Ege de bırakın kıta sahanlığını, karasuları sınırlarında bile Yunanistan ile çatışan sorun Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de de karşı karşıya getirmiştir.
Sevilla Haritası ve onu kabul edip uygulamaya geçiren ülkeler sayesinde artık sadece Doğu Akdeniz’de ki hidrokarbon temelli MEB paylaşımından bahsetmek doğru değildir. Sorun Türkiye ve Yunanistan’ın yasadığı Ege sorunu ile birlikte Doğu Akdeniz sorunudur. Sorun artık salt hidrokarbon tedariki üzerinden okunamaz ve çözülemez diye düşünüyorum. Sorun en azından Yunanistan ve Türkiye açısından Doğu Akdeniz de de TÜRK-YUNAN sorununa dönüşmüştür.
Peki Mücadele Nasıl Gerçekleşiyor?
Bölgede Türkiye, Suriye ve İsrail dışında diğer tüm devletler 1982 tarihli BMDHS’ni onaylamıştır. Bizi doğrudan etkilediği için öncelikle Türkiye ve Yunanistan’ın mücadeleyi nasıl sürdürdüğüne bakmak gerek diye düşünüyorum. Yunanistan açısından bakarsak Mısır ile yaptıkları MEB anlaşması ile ana karaya ait adalarına uluslararası hukuk nezdinde (Girit, Rodos, Meis vb) Kıta Sahanlığı/Meb hakkı kazandırdıklarına inanmaktadırlar. Ondan dolayıdır ki geriye kalan anlaşmazlıkların sürdüğü alanları yine BMDHS’nin anlaşmazlıkların çözümü için öngördüğü şekilde Adalet Divanı’na taşımak istemektedirler. Mücadeleyi bu alan da sürdürmek niyetindedirler. Böylelikle Doğu Akdeniz sorunu ile birlikte Ege sorununu da adalet divanına taşımak istemektedirler. Türkiye Cumhuriyeti ise Uluslararası Adalet Divanı önerisine faklı gerekçelerinde etkisiyle sıcak bakmamaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti ise daha öncede belirttiğim gibi BMDHS’yi imzalayan devletler arasın da değildir. Örf ve adet hukuku gereği bölgede talep ettikleri ekonomik alan haklarını gözetmektedirler. Uluslararası alanda bir davranışın, örf ve adet hukuku haline gelmesi için “sürekli ve istikrarlı olarak tekrar etme kriteri ve devletlerin bu alanların oluşturulması gerekliliğine olan inancın yerleşmesine” dikkat edilir.
Türkiye Cumhuriyeti kendi tezini örf ve adet hukukunun bir parçası haline getirmek için sahada hamleler yapmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin hamleleri 20 yıllık süreç içerinde etkiye tepki şeklinde gerçekleşse de kendi tezlerini ilerletmeyi sağlayacak hamleler olarak gerçekleşmektedir. Bunlara kronolojik sıra ile birkaç örnek vermek gerekirse;
Türkiye Cumhuriyeti’ne ait sismik gemilerin faaliyeti,
Kıbrıs adasının Mısır, Lübnan ve İsrail ile Sevilla haritasının da öngördüğü şekilde “ortay hat kuralı” ile çizilen MEB alanlarına karşılık Kıbrıs- Türkiye, Lübnan ve İsrail arasının 2011 de Kıbrıslı Türkler tarafından Sevilla Haritasına zıt, Türk tezine uygun olarak ‘kıyı uzunlukları orantı prensibi’ ile kıta sahanlığı ilanı,
Türkiye Cumhuriyeti’ne ait sismik ve sondaj gemilerinin hak iddia edilen alanlardaki faaliyetleri,
Mısır’a karşılık gelen alanda tek taraflı ilan edilen kıta sahanlığının ihlalini savaş nedeni sayan meclis kararı,
Son olarak Libya ile imzalanan MEB ve onun korunması için Libya hükümetine verilen askeri ve siyasi destek,
Ayni zamanda bir deniz yetki alanının gerekliliğine olan bilinç ve inancın yerleşmesi ve artırılması adına denizel yetki alanlarına “Mavi Vatan” isminin verilmesini de sayabiliriz.
Tabii gelinen aşama da her iki tarafta birbirlerinin tezleri için karşılıklı maksimalist suçlaması getirip, birbirlerinin tezlerini kabul etmemektedirler. Karşılıklı tezlerin ilerletilmesi için yapılacak hamleler de gittikçe tükenecektir. Hatta tükenmek üzeredir. Tıkanıklığın çözümü için bölgede siyasi irade gelişip uzlaşı arayışı gelişmezse, öyle görünüyor ki olası bir sıcak çatışmanın engellenmesi için mevcut statükonun korunması tercih edilecektir. Şu an için Doğu Akdeniz de eylemsizliğin hakim olmasını da bir sonraki eylem için bir süre bekleme olarak değerlendiriyorum.
Bu düşünceye beni sevk eden ise mevcut her iki tarafın tezlerinin de daha çok ulusalcı ideolojiye sahip kesimlerin yön ve idaresinde geliştirildiği ve yürütülmekte olduğundandır. Liberal aklın uygulanan bu stratejilerde birinci sırada olmadığı kendini açıkça belli etmektedir. Bu yaklaşım içerisinde hal böyle olunca ekonomi temelli uzlaşmacı bir yaklaşım da beklemek çok doğru değildir. Zaten şu an da iki ülke arasındaki yaşananlar soğuk savaş olarak nitelendirilmektedir.
Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar Olarak Bu Mücadelede Biz Hangi Konumdayız?
Yunanistan mevcut tezi gereği Kıbrıslı Rumlar aracılığı ile onların egemenliğin de ki Kıbrıs Cumhuriyeti ile karşılıklı MEB anlaşması yapmayı arzulamaktadır. Böylelikle Sevilla Haritasının öngördüklerine daha fazla yaklaşacağına inanmaktadır. Uygun bir koşul olası halinde Kıbrıslı Rumların egemenliğinde ki Kıbrıs Cumhuriyeti bunu onaylayacağını belirtmektedir. Yayınladıkları MEB haritalarında bu açıkça görülmektedir.
Öte yandan Kıbrıslı Türk idaresi ise adanın etrafı için öngördükleri sınırlar ve KKTC vasıtasıyla Türkiye ile imzalanan kıta sahanlığı sayesinde Türk tezine destek vermektedirler.
Özetle Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk otoriteler, Türk ve Yunan tezlerinin birer tarafı olarak bu süreçte hep hareket etmektedirler dersek bu da yanlış olmayacaktır.
Kıbrıs adası, Doğu Akdeniz de MEB uzlaşması aranıyorsa eğer coğrafi konumu gereği olmazsa olmazdır. Adanın denizel alanlardaki ayrı ayrı egemenlik hakkı süreç içerisinde iki farklı tezin oluşturduğu mevcut statükonun ancak korunmasına yardımcı olacaktır. Doğu Akdeniz de bir uzlaşı aranıyorsa eğer Kıbrıs adası, iki toplumun denizel yetki alanlarında sahip olacağı ortak egemenlik (tek egemenlik) ile katkı tıkanmak üzere olan sürece katkı koyabilirler.
Biraz Da Bölgedeki Hidrokarbon Varlından Bahseder Misiniz?
Doğu Akdeniz’de yer alan önemli hidrokarbon arama alanlarını Lazkiye Baseni, Levant Baseni, Nil Deltası Baseni, Heredot Baseni olarak sayabiliriz. Mevcut çıkarılabilir doğalgazın biyojenik gaz kökenli oluşu yani, organik maddenin biyolojik ve fiziko kimyasal proseslerle hidrokarbonlara dönüşmüş olması bu organik maddenin de deltalara nehirler vasıtasıyla taşınmış olması bölgede hidrokarbon aramaların da kullanılan en temel jeolojik bilgi olarak kullanılmaktadır. Doğu Akdeniz adamızın etrafındaki basenlerdeki potansiyel alanlar bu temel mantık çerçevesinde araştırılmakta ve keşfi yapılan rezervlerde bu mantığı kanıtlamaktadır.
Peki en önemli organik madde taşıyıcısı nehirler hangileridir diye baktığımızda sadece jeolojik dönemde değil hala daha organik madde taşımaya devam eden Nil nehrini ilk sırada saymamız gerekmektedir. Ondan dolayıdır ki Nil Deltası Basenin de önemli rezerv keşiflerine sahne olmuştur. Jeolojik dönemler de ise Lazkiye ve Levant basenlerinin oluşmasına katkı sağlayan Paleo Fıratı (Euphra) da önemli organik madde taşıyan nehirler olarak söyleyebiliriz.
Bu temel veriler bile bize şu an için çıkarılabilir ve üretilebilir biyojenik kökenli hidrokarbona adamızın batısı, güney batısı ve güney alanlarında ulaşabileceğimizi göstermektedir.
Adamızın batısı, güney batısı yönünde ekonomik alanlara Maraş kıyılarının karşılık geldiği ve Kıbrıs Türk idaresinde açılaması girişimi olan Maraş’ın ilerde KKTC’ye bu alanlar için münhasır ekonomik alan hakkı kazandıracağı öngörüsü ve bu inancı da Türk tezi kapsamında dillendirilmektedir.
Adanın ekonomik alanların da olası bir kuzey-güney ayrımının Kıbrıslı Türklerin ekonomik faydasına olmayacağını mevcut kanıtlanmış jeolojik bilgiler ışığında değerlendiriyorum. İki toplumun denizel yetki alanlarında sahip olacağı ortak egemenlik (tek egemenlik) özellikle Kıbrıslı Türklere daha çok fayda sağlar diye düşünüyorum.
Hidrokarbonun bölgemizdeki varlığını adamızın güneyinde bulunan Levant Baseni için U.S. Geological Survey 1.7 milyar varil işletilebilir petrol ve 3.5 trilyon m³ işletilebilir doğal gaz olarak tahmin etmektedir. Aynı şekilde Mısır’daki Nil Deltası Baseninde 6,3 trilyon m³ doğalgaz bulunduğu da bilinmektedir. Buradaki gazlarının toplamının keşifler bitince Dünyada (200 trilyon m³) ispatlanmış doğalgaz rezervlerinin yaklaşık %5’i kadar olması öngörülmektedir. USGS bu basenlerdeki petrol ve doğal gazın piyasa değerinin yaklaşık 1,5 trilyon dolar olarak hesap etmektedir. Bu miktarı değerlendirirken Türkiye Cumhuriyeti’nin yıllık tükettiği gaz miktarının 50 milyar m3 civarında olduğunu bilmekte fayda vardır.
Keşfi Yapılan Gazın Maliyeti ve Pazarı Hakkında Ne Düşünüyorsunuz?
Bölgedeki gazın kuyu başı fiyatının 4-4,5 dolar/Mmbtu (1 Mmbtu = 28,26 m3) olduğu öngörülmektedir. Buna boru hattı yatırım maliyeti ve işletme gibi giderlerini de eklerseniz Türkiye Cumhuriyeti’ne olası bir boru hattı ile yaklaşık 6-6,5 dolar/Mmbtu fiyata doğru Akdeniz gazının ulaştırılması mümkündür. Bu rakam Avrupa için çok cezbedici bir rakam olmamakla birlikte 9 dolar/Mmbtu gibi bir rakama Rus gazını alan Türkiye için değerlendirilmesi gereken bir gazdır. Özetle Doğu Akdeniz gazı için en önemli pazar yıllık 50 milyar m3 ü aşan bir tüketim miktarı ile Türkiye Cumhuriyeti’dir. Adamızın güneyinde ekonomik alanlarındaki adamıza ait kuyularda 7-8 tcf kadar gaz bulunmaktadır. Yaklaşık piyasa değeri 7-8 milyar dolardan bahsediyoruz. Onun için hidrokarbon jeopolitiğinde Türkiye’nin dışlanması ekonomik akla uygun değildir.
İsrail ve Mısır gibi ülkelerin de gazını boru hattı ile pazarlara ulaştırması en makul yöntem olacaktır. Lakin mevcut jeopolitik zorlukların gölgesinde boru hattının şu an için çok fazla mümkün görünmemesi bu iki ülkeyi alternatif olarak doğal gazlarını elektrik üretiminde ve LNG yani sıvılaştırılmış doğal gaz ile piyasaya sürmeye yönlendirmiştir. Orta vadede bölgede yapılacak daha çok keşif ise tekrardan bir boru hattı projesinin gündeme gelmesini zorlayacaktır diye düşünüyorum.