Yetimlerin Bayramına Dair…

Kıvanç BUHARA

Eskiden, çocukluk günlerimizdeki Bayramlarda neydi o sevincimiz, mutluluğumuz! Arife gecesinden bayram sabahına kadar uykusuz geçen uzun saatler… Önceleri evimiz, damı su geçirmez kil toprakla örtülü uzun bir samanlık eviydi! Biz dört kardeş, annem ve babam, bu uzun damın altında birkaç keçi ve koyunumuzla birlikte yaşardık… Tuhaf ve ilginç olan neydi, biliyor musunuz? Gaz lambasını söndürdükten sonra, bizimle aynı dam altında kalan hayvanlarımız da uykuya dalar ve hiç sesleri çıkmazdı! Etraf daha alaca karanlık iken,  yaşlı, kan kırmızısı ibiği boynuna doğru doğru sarkan, çok yaşlı ve kart horozumuz, boğuk bir sesle ötmeye başlardı! Komşularımızın horozları bizimkinden önce ötmezdi nedense… Bizim ihtiyar, artık kireçlenmiş ses tellerinden çıkan üüüürrrüüüü ‘yü uzatınca, genç horozlar daha nazikçe eşlik ederlerdi! Annem hemen kalkar, geniş bir bacası olan ocağı yakardı… Evin içine dolan dumandan gözlerimiz yaşarır, burunlarımız tıkanırdı. Bütün kardeşler o bayram sabahında öksürüğe boğulurduk! Rahmetli babam, geniş tahta kerevetten kalkmadan anneme öfkelenirdi… “ – Bayram sabahı boğdun çocukları, bir ocağı tutuşturmasını hala öğrenemedin gitti!” Annem altında kalır mı? “ – Gel sen yak da göreyim, dışardaki fırtınayı duyman galiba…” *** O bayram sabahı kapıdan dışarı çıkamadık! Geceden yağan kar, komşularımıza giden monopadileri  (*)kapatmıştı. Dışarıda öyle bir soğuk vardı ki… Annem bayramlık ayakkabılarımızı ve yeni urbalarımızı (**) giydirdi. Elini öptük. Bize vermesi için babamın ona verdiği yarım şilini (*** ) ceplerimize koydu! Sonra babam yataktan kalktı, yanan ocağın yanındaki kaptan yüzünü yıkadı. Boynunda duran peşkire yüzünü, ellerini sildikten sonra… “ – Gelin bakayım çocuklar, bu gün bayram “ diyerek bize elini uzattı. Öperek alnımıza koyduk! Babam bize birer şilin vermişti! Babamın elinin çok ağır olduğunu anlıma götürürken fark ettim! Bütün babaların elleri böyle ağır mıydı acaba?   *** Ertesi yıl ve ondan sonraki bayramlar hep keder ve üzüntü içinde geçti! O kış, babamız ağır, ateşli bir hastalığa yakalandı. O yıllarda doktor, çok uzaktaki kasabadaydı. Çok soğuk bir gün onu Baf’taki hastaneye götürürlerken yolda ölmüştü! Ben hatırlamıyorum; Cenazesinde, “ – beni de o çukurun içine atın, babam yalnız kalmasın “ diye ağlıyormuşum… *** Bu bayram sabahı, elimi öpmeye gelen çocuklara, Arife gününden hazırladığım bozuklukları dağıtacağım! Onlara Kıbrıs lokumu ikram edeceğim! Bizim bir beklentimiz yok! Hiçbir çocuk öksüz büyümesin! Yetim kalmasın yeter ki…   (*) Keçi yolu. (**) Giysi (***) İngiliz sömürge döneminin para  birimi.