Tanınmış gazeteci-Yazar rahmetli Çetin Altan,yıllar yıllar önce Milliyet Gazetesindeki o zamanlar en çok okunan “Taş” adlı kö şesinde ülkedeki karmaşık ve zor geçilen bir dönemeçte “Bu gün canım bir şey yazmak istemiyor .” diye tek bir cümle yayınlamıştı..Umarım hafızam beni yanıltmıyordur..Çünkü kalem ustası Altan, daha sonra yazılarını “Şeytanın Gör Dediği” başlıklı köşesinde devam ettirmişti..Aynı duygular içindeyim…”Temsilciliği yaptığım dünyanın en önde gelen haber ajanslarından biri olan İHA nın muhabir –kameramanı sevgili Emir Abdurrahman Bulut telefonda “Mesut baba,biraz sonra tüm Türkiye tv kanallarında görüntüler dönecek..Çok acı bir haberim var” diye aradığında,17 yıldır bu ajansa binlerce haber –görüntü geçmiş biri olarak üzüntüden soluğum kesildi.Tecrübesi ve soğukkanlılığı ile en kritik haberlerde bile dayanıklılığını kaybetmeyen Apo’nun sesi ise zaten olayı en yakından takip ettiği için daha da bitikti..”Hocam” dedi.teselli etmeye çalıştı….”Yaralılar için dua edelim ..Rahmet olsun ..Allah sabır versin “ ….Nur içinde yatsınlar ,yaralılara acil şifalar dilerim ,başımız sağ olsun..Yakınları başta olmak üzere Allah sabırlar versin….
Gazeteniz Detay da bana ayrılan bu sayfa 17 yıl televizyonlarda ana haberler sonrası yayına giren “Pazartesi Öyküleri” programımın yazılı bir dökümü…Yaşadıklarımdan ,okuduklarımdan ,bana gönderilenlerden –ki en fazla yekun bu kalemdedir-içinden ders çıkarabileceğimiz eskilerin “Kıssadan Hisse”olarak ta tanımladığı öyküler…Sevgili kardeşim,dostum,eski Genel Yayın Yönetmenimiz Oshan Sabırlı ‘nın da yüreklendirmesi ile başlayan ,devam eden ve pazartesi günleri yeni bir hafta ile birlikte yayına giren bir süreç..
Bu satırları doğup büyüdüğüm tarihi semt olan Kadıköy, Yeldeğirmeni ile ilgili bir dizi toplantı için geldiğim İstanbul’dan yazıyorum..Önce Kıbrıs’ta trafik kazasında ,sonra Türkiye’de elim bir yangında kaybettiğimiz genç fidanların -en sevdiğim yeğenim güzeller güzeli Yasemin’imizi de trafiğe kurban vermiş acısını hala içimizde duyan biri olarak –bu haftaki sayfa zor derlediklerimden biri oldu..
Ama yaşam devam ediyor…Bizler de bu acılardan da dersler alarak yaşamı sürdürmek zorundayız…Zaman, zaman bloğundan alıntılar yaptığım ve çok ilgi gördüğünü de bildiğim Doç.Dr.Şafak Nakajima nın “Yönümüzü Yitirmek “ başlıklı yazısının yararlı olacağına inanarak bu hafta sizlerle paylaşmak istedim ..
Doç. Dr. Şafak Nakajima şöyle yazmış:
“Toplumları bir arada tutan ilkeler parçalanıp kültür, etik, adalet gibi insanlığa dair tüm üst değerler yok edildikçe ne çok şey yitirdiğimizi görebiliyor musunuz?
Giderek daha fazla insan, hayattan hiç zevk alamadığını söylüyor.
Daha fazla genç, geleceğe dair hiçbir umut beslemiyor.
Ve çoğumuz içinde, bir şeyler yapmak için motivasyon hissetmiyor.
Böylesi sıkıntıların kaynağı yalnızca kendi beceriksizliğimiz değil!
Toplumsal boyutu da var!
Sosyoloji biliminin kurucularından Emile Durkheim, bu duruma ‘anomi’ adını verir.
Anomi, bireylerin ve toplumun anlam kaybına uğraması demektir.
İnsanlar normlarını, içinde yaşadıkları toplumlardan alırlar.
İnsanları bir arada tutan ortak ahlaki değerler ve hukuk kuralları işlevsiz hale geldiğinde bu normlar dağılır.
Hayatın anlamsızlaşması, değersizlik duygusu, heyecan yitimi, hedef belirleyememe, hiçbir şeyin hiçbir zaman düzelmeyeceğine olan inanç, umutsuzluk ve çaresizlik, görünmez bir zehirli gaz gibi ruhları yavaş yavaş öldürür.
Böylesi toplumlarda kurallar birbiriyle çelişir.
Bir gün alınan karar veya söylenen söz, ertesi gün inkâr edilir.
Kanun ve kurallara uymamanın yaptırımı olmaz.
Uygulamalar keyfidir, akıl erdirilemez!
Giderek ilkesiz, sorumsuz davranmak sıradanlaşır; kuralsızlık yerleşik kültür halini alır.
Ortak değerlerin kaybı, insanların birbirine olan duyarlılığını ve saygısını da azaltır.
Dayanışma ortadan kalkar.
Paylaşım duygusu yok olur, bencillik artar.
Şiddet tırmanır.
Doğa, çıkarlar uğruna talan edilir; her tür canlı vahşetten nasibini alır.
Cehalet, akla ve aydınlığa fütursuzca saldırma cesaretini bulur kendinde.
Çünkü ileriye ve aydınlığa yönelik ortak bir utku, bir ülkü yeşeremez böylesi toplumlarda.
Eğitimin önemi azalır.
Eğitim, hayatı keşfetme heyecanını yitirir; yerini bir yerlere girip para kazanmak için gereken kâğıt parçasını edinme telaşına bırakır.
Anomi bazen anarşi ile karıştırılır ki, bu yanlıştır!
Anarşide siyasi bir otorite veya yönetime başkaldırı vardır.
Anomide bir hedef yoktur.
Pusulasız gemi gibidir, anomik toplumlar.
Yönünü yitirmiştir!
Her tür toplumsal örüntü, ortaya çıktığı koşulların ortadan kalkması nedeniyle zamanla çözülüp gider elbette; bu doğaldır!
Ama anomide, çözülüp gidenin yerine yenisi inşa edilemez.
Toplumsal dokular gevşer.
Kitle iletişim araçlarının da bu değersizliklerin temsilcilerini, ''alanında otorite,'' ''siyasetçi,'' ''sanatçı,'' ''bilim insanı'' vs gibi adlar altında, sürekli ekranlara ve basına taşımasıyla, yaşanan tuhaflıklar normalleştirilir.
Böylece eğitimsiz ve bireyleşememiş kitlelerin beyinleri yıkanır ve onlar da kısa sürede benzer davranışlar sergilemeye başlarlar.
Dilerim bu yazı, yaşadığımız durumun sadece bireysel değil çok ciddi toplumsal bir sorun olduğunu; çözümün yakınarak değil, ancak herkesin samimi ve ciddi ortak çabalarıyla çözülebileceği gerçeğini gösterir!”