“Ne doğan güne hükmüm geçer, ne halden anlayan bulunur”
Huzursuz bir geceden sonra, günün ilk ışıklarına açılan kapıdan süzüldü usulca ve yüreğimin hüznüne karıştı şarkı. Tevekkül esintileri doldu evin her köşesine sessizce; nasılsa doğan güne hükmüm geçmeyecekti bugün de. Eskiden de öyle olmuştu. Savaşlardan nefret etmiş barış dilemiştim. Oysa yaşadığımız coğrafya’da fasılalarla süren savaşların acı hatıraları ve bir türlü barışa ulaşamayan sonuçları; hele son günlerde adanın kuzeyinde yaşanan; nahoş kelimesinin yetersiz kaldığı; ada Türkünün hiç alışık olmadığı ve belki de hiç yaşamadığı nifak odaklı ve daha çok dış kaynaklı çirkin olaylar doğan günleri karartmaktan öteye geçmiyor işte. Türkiye savaşta… Yine canlar gidecek, canlar yanacak. Bu şartlarda huzurlu uyumak ve uyanmak mümkün mü? Ya bireyler arasındaki kaosa varan duygu ve fikir uyuşmazlıkları?.. Her şeyin temelinde onlar gizli değil mi?.. Toplumlar bireylerden oluştuğuna göre savaşlardan da daha öncelikli olan hususlar bunlar galiba. Her insan bir kişiliğe sahiptir ve bu kişilik zaman zaman değişim gösterse de temelde değişmez. Hayat yolculuğumda yaşadıklarımla, şahit olduklarımla ve öğrendiklerimle bunu anladım sonunda. Bu yüzden de şarkının dediği gibi halden anlamalara boş verdim uzun zaman önce. Kimsenin kimseyi anlayacağı yok bu devirde. Bir fincan kahvenin kırk yıl değil kırk saniye bile hatırı sayılmıyor artık. Çıkar varsa ucunda belki bu hatırın süresi birkaç gün uzayabilir yoksa unut hatırı matırı; hatta sakın kendini iyilik yaptıklarından. Rahmetli babam hep derdi “Kime iyilik edersen ondan sakın kendini” diye. Yine de; bu dünyada insanlık adına umutlarımızı ayakta tutacak birkaç kişinin varlığına inanmak isterim.
*****
İnsani duyguların her gün biraz daha geriye itildiği, kültürel değerlerin asgariye indiği, “biz” değil, “ben” in öne çıkarıldığı bir çağda yaşıyoruz. Bireyciliğin doruklara ulaştığı böyle bir zamanda iyilik, vefa, sadakat vb. soyut kavramların acaba hayatımızda ne kadar yeri vardır? Bütün bunlar aslında göreceli kavramlar. Örneğin, iyilik diye düşündüğümüz ve uyguladığımız bir eylem kötü sonuçlar verebilir bazen. İyilik niçin yapılır? Karşılığını görmek için mi? kendimizi rahatlatmak için mi? Tanrı bilsin diye mi? Yaptığımız iyiliğin derecesini ölçüp biçen kim? Vicdanımız mı? Toplum mu? Tanrı mı? Kim için ne kadar iyiyiz? Acaba iyilik yapıp da bu dünyada veya –varsa-ötekinde hiçbir karşılık almayacağımızı bilseydik tavrımız ne olurdu? Bunların hepsi iyilik bulmak için iyilik yaptığımız sonucuna çıkarmıyor mu bizi? Peki, bunun daha da ilerisi, iyilik yapıp karşılığında kötülük bulmak olursa tavrımız ne olur? Ama karşılığını beklesek beklemesek, karşılığında kötülük görsek görmesek, yine de iyilik, ruhumuza pozitif enerji yükleyen, rahatlatan, huzur veren bir duygu ve davranış.
İnsan ruhunu ve kişiliğini çözebilmek gerçekten de zor zanaat. Hele içinde bin bir şeytanla dolaşanları… Öyle ikiyüzlü insanlar vardır ki gerçek yüzlerinin hangisi olduğunu kendileri bile bilmezler. İkiyüzlülüğün bir diğer adı sinsiliktir ki böyle bir kişiliğe sahip olanlardan uzak durmak gerekir çünkü hiç beklemediğiniz bir anda sizi sırtınızdan öyle bir vururlar ki uzun süre kendinize gelemez, şokları yaşarsınız. Bazı insanlar için de kalbi ağzında derler. Yani kalplerindekini çekinmeden, sansürsüzce söylerler. Boşboğazlıkları dangalaklık boyutlarına kadar varan bu insanlar genelde zararsızdırlar. Onların içlerinde kötülük yoktur. Esas kokmamız gerekenler kendini belli etmeyen sinsiler, diğer bir deyişle “ Saman altından su yürütenler” dir. Onlar, güvene duyulması gereken saygıyı istismar etmekte ustadırlar. Çok masum, çok çaresiz görünürler. Merhamet duygularınızı körüklemekte adeta uzmandırlar. Gerçek kişiliklerini ve huylarını ele vermeyecek kadar az konuşurlar. Ketumdurlar. Sizinle konuşurken samimi görünürler ama içlerinden neler geçirdiklerini anlayamazsınız. Bu yüzden gerçek yüzlerini çok sonra fark edersiniz onların, ama artık iş işten geçmiş olur. Alacaklarını almışlardır sizden. Artık yapmaları gereken sömürecekleri yeni avlar aramaktır. Çünkü bu tipler başkalarının kanı ile beslenmeyi alışkanlık haline getirmiş parazitlerdir. Kendi başlarına var olamazlar. Ancak başkalarına sığınarak ayakta durabilirler. Buna rağmen o kişileri içten içe kıskanmaktan, onlara kin beslemekten, tabiri caiz ise; onların ciğerini bulsalar yemekten de geri durmazlar. Gerçek kimlikleri anlaşılınca, onlardan daha korkunç bir düşman olamaz. Zayıflıklarını ve komplekslerini çözmüş olan insanlar artık onlar için zararlıdır. Bu yüzden onu yıpratmak; hatta yok etmek için ellerinden geleni yapmaktan zerre kadar kaçınmazlar. Onlarda ne bir sevgi kırıntısı ne de vefa duygusu vardır. İkiyüzlülük bilincinin yönetimindeki insandan gelebilecek zararlar hayal edemeyecek kadar çoktur. Çünkü “Sevgi, vefa, sadakat vb. duygular; aşağılık duygusu ile ruhlarını satan ikiyüzlülerin asla bulamayacakları; bedenlerinin en karanlık yerine sıkıştırılmış ve üzeri kalın bir ziftle örtülmüş duygulardır ancak.”