Bir hafta önce, belli ki önceden planlanmış bir şekilde, sapasağlam oldukları halde bahaneyle hastaneye gitmek isteyen ve hastaneye götürülen iki kadın mahkum hastanede firar girişiminde bulundu, bu sırada gardiyanlardan birini feci şekilde yaraladı, adamın burnunu iki yerden kırdılar, yüzünü gözünü parçaladılar, ellerini, ayaklarını, kemiklerini ezip elediler...
Sözde bu iki mahkum bunu yaparken hastaydı!!!
Yakalandılar, tekrar hapishaneye getirildiler ve diğer mahkumlardan tecrit edildiler, ayrı hücrelere kondular...
Bir daha soralım: Kim bunlar?...Uyuşturucudan tutuklu, firari ve bir gardiyanı feci şekilde yaralayan iki mahkum!!!
Bu noktadan sonra devreye Kıbrıs Türk İnsan Hakları Vakfı Mütevelli Heyeti üyeleri işin içine giriyor ve bu mahkumların cezaevi müdürü tarafından darp edildiği iddiasından yola çıkarak, bu mahkumlarla ve başka mahkumlarla görüşmek istiyorlar, doğal olarak da müdür tarafından bu talepleri geri çevriliyor...
Şimdi gelelim işin özüne, hani derler ya, yavuz hırsız ev sahibini bastırır, o meseleye...
Bu iki mahkum kim?
Büyük balıkları asla yakalanamayan ve ülkemizin her köşesini parselleyen, gençliğimizi, insanlarımızı zehirleyen, ailelerin hayatlarını karartan uyuşturucu mafyasının küçük balıkları, ya da uyuşturucu zurnasının son delikleri, ne derseniz deyin artık...
“Birisi” iddia etmiş ki uyuşturucu mafyasının bu küçük balıkları firar girişiminden sonra cezaevi müdürü tarafından dövülmüşler...
Bu iddia üzerine de Kıbrıs Türk İnsan Hakları Vakfı’nın Mütevelli Heyeti üyeleri işin içine giriyor, uyuşturucu mafyasının küçük balıklarının haklarını savunmak üzere faaliyete geçiyor...
Konuyla ilgilenen avukat Barolar Birliği İnsan Hakları Komitesi’nin hazırladığı işkence ile mücadeleye ilişkin veri tabanı formunu doldurmuş ve cezaevine mahkumlarla görüşmeye, konuyla ilgili şikayetleri varsa dinlemeye, isterlerse süreci ileri götürmeye, onlara destek olmaya gelmiş!
Bir daha soralım, neymiş mesele?
Müdür Metin Bilmem balıkları darp etmiş!
Balıklar hücre hapsinde olduğuna göre bunu kim iddia ediyor?
Dedemin dedesi!!!...Ya da cezaevinde müdürü sevmeyen, mahkumlarla ve dışardaki bağlantılarıyla özel ilişkiler geliştirmiş bir çalışan, yani bir çürük elma ki zaman zaman cezaevinde de diğer kurumlarda da karşımıza çıkıyorlar!
Bu arada, ifade etmeden geçemeyeceğim, dövdü mü dövmedi mi bilemem amma ve lakin...Aman da aman diyeceğim, eğer dövdüyse, Müdür ne büyük ayıp etmiş!!!...Bari bu çapulculara bir de kahve ısmarlasaydı, gardiyanları sıraya dizseydi, mahkumların ellerine birer cop verseydi, geriye kalan gardiyanların da sırayla ağzını yüzünü kırdırsaydı...
Tabi Müdür avukat hanıma izin vermemiş, konu da gazete ve internet haberciliğinde manşetlere taşındı!
Cezaevi müdürü keyfi uygulama yapıyormuş!
Kim için?
Kaçma planı kurup, kaçmaya çalışırken bir gardiyanı hastanelik eden iki mahkum için.
Tekrar soralım, Müdürün keyfi uygulamalar yaptığını kim iddia ediyor?
Dedemin dedesi...
Peki sen avukat olarak bu iddia sahibinin, yani dedemin dedesinin kim olduğunu, neden böyle bir iddiada bulunduğunu, mahkumlarla ne tür bir ilişkisi olduğunu, mahkumların dışardaki bağlantılarıyla ne tür bir ilişkisi olduğunu, böyle bir iddiada bulunmaktan ne tür bir çıkarı olacağını, olayın boyutunun hangi sebeplere dayanan bir iftira olabileceğini de araştırdın mı?
Ne gezer!
Dahası, avukat hanıma her darp olayı belgelenebilir değilmiş ve darp olayının gerçekleştiği iddia edilen saatlerde diğer mahkumlardan alınacak ifadelerle iddialar aydınlatılabilirmiş!!!
Yani, olayı aydınlatmak için diğer mahkumlardan ifade alacakmış, avukat hanım!
Manzaraya bakın!
Avukat hanım hırsızın hakkını uğursuzdan, belki de suç ortağından alacağı bilgi ile savunacak!
Vay efendim vay!
Memleketin bir tarafı sorma gir hanı, öteki tarafı da dingonun ahırı ya, cezaevi de dingonun ahırı zaten, o zaman yasal prosedüre ne gerek var, isteyen istediği gibi girsin içeri, istediğiyle görüşsün, konuşsun, sonra da doğruluğu veya yanlışlığı asla kanıtlanamayacak olan bilgiyi doğruymuş gibi basına aktarsın, keyfine göre sansasyon yaratsın...
Belli ki avukat hanım bu işlerin hukuksal açıdan hangi prosedürlere bağlı olduğunu da bilmiyor ama bizim Dingo’nun ahırında geçerli olan yöntemin izlediği yöntem olduğunu pekala da biliyor!
İşte bu yüzdendir ki mahkumlar da bunun bilincinde olarak ve dışardaki “savunucularına” güvenerek istedikleri gibi cezaevinin altını üstüne getiriyorlar, gardiyanları komalık ediyorlar, kafalarına estiği gibi kaçma girişiminde bulunuyorlar...
Terör estiren mahkumlar hücreye tıkılınca da “insan hakları savunucuları” hemen meseleyi üstülerine vazife biliyorlar, hukuk mukuk guguk diyerek meydana fırlıyorlar, mahkumların haklarını savunmaya koşturuyorlar!
Neden?
Çünkü bu memlekette bazıları sanıyor ki hukuk guguktur, ve guguk ve bunlara alet olan, sansasyon yaratmak için delikten dirsekten bahane arayan basın da herkesin keyfine göre ötebilir, açıkgözlük yapıp da şartları doğru kullanan yavuz hırsız ev sahibini bastırabilir, ne idüğü belirsizin biri bizim sansasyona meraklı çamur deryası basın yüzünden gazete manşetlerinde dolanarak ün kazanabilir!!!
Sevsinler aklınızı...
..................
Bayındırlık ve Ulaştırma Bakanı Tolga Atakan müjde buyurmuş, Bayındırlık ve Ulaştırma Bakanlığı ile Kuzey Kıbrıs Sigorta ve Reasürans Şirketler Birliği arasında bir protokol imzalamaya hazırlanıyormuş…
Bu protokole göre seyrüsefer harcını ödememiş olan araç sahipleri, artık araçlarına yıllık sigorta veya kasko yaptıramayacaklarmış.
Sevsinler aklınızı!
Tam 44 senedir seyrüsefer harcı toplayıp da bir kuruşunu trafiğe harcamadı bu devlet, kısacası halktan haraç topladı, halkı soydu, soğana çevirdi, topladığı paraları maaşlara ödedi, trafik konusundaki tüm harcamaları Türkiye’den gelen para ile karşıladı, o paraların çoğunu da proje hazırlayamadığı için Türkiye geri çekti…
Şimdi ise “yeter artık kazıklandığımız, ödeyenin eşşek yerine konduğu, ödemeyenin ödüllendirildiği bu düzende daha fazla kazıklanmayacağız” deyip de seyrüsefer çıkarmayan vatandaşı seyrüsefer çıkarmaya zorlamak için “seyrüsefer çıkarmayanın elinden sigorta çıkarma hakkını da alacakmış”!!!
Bir daha aklınızı sevsinler diyeceğim…
Diyelim ki vatandaş direndi, kendisini kazıklattırmadı, dolandırtmadı, ve dünyada sadece İngiltere (o da araba başına çok cüzi bir rakam alıyorlar), Rum tarafı ve KKTC’de uygulanan, ama KKTC’de düpedüz halkı kazıklayacak şekilde düzenlenen seyrüseferi çıkartmadı!
Ama sigortasını çıkartıyor, diğer gerekli prosedürleri izliyor, sorumluluğunu yerine getiriyor…
Sense hala onu dolandırma derdindesin ve dolandırmak için binbir numaraya başvuruyorsun, sigorta çıkarmasına engel oluyorsun…
Yani diyorsun ki ya seni eşşek yerine koyup dolandıracağım, eşşek gibi seni dolandırmama göz yumacaksın, ya da sigortanı çıkartamayacaksın, başın belaya girecek…
Peki sigorta çıkarmak ile seyrüsefer çıkarmanın ne alakası var?
Hiç yok!
Sen bir yükümlülüğünü yerine getirmedi diye vatandaşın bir başka yükümlülüğünü yerine getirmesine hangi akla hizmet engel olmaya kalkıyorsun!!!
Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir uygulama yoktur, sadece trafikteki araç iki şeyden zorunlu olarak yükümlüdür, birincisi sigortadır, ikincisi de aracın muayenesidir ki o da aracın aksamlarının trafikte emniyetli bir şekilde gitmeye müsait olup olmadığına bakar…
Peki bu durumda vatandaş sigorta çıkarmadığı için değil, sen engel koyduğundan dolayı çıkaramadığı için bir sorun yaşarsa, mahkemelik olursa, sence kim haklı çıkacak!!!
Sigortasını çıkartmasına engel olan sen mi, yoksa vatandaş mı, yoksa bu durumdan dolayı mağdur olan, eğer varsa, üçüncü şahıs mı???
Hade bakalım, madem çok akıllısınız ve bu memlekete hükmetmeyi dingonun ahırına hükmetle eş tutuyorsunuz, buna da cevap verin de aklınızı biraz daha sevelim!!!
Ha, bu arada, unutmadan, sigortacılara gelince, sizin haktan hukuktan anlayan hukukcunuz yok mu, yoksa var da, hukuk yerine guguk düzenine uymayı mı tercih ediyorsunuz!!!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.