Türkçe öyle bir dil ki, tek kelimenin kullanılış şekli, insanı vezir de yapabiliyor, rezil de.
Yeter ki, kelimede hata yapmaya görün.
O yüzden cümle kurarken kelimeleri özenle seçmek zorundasınız.
Yoksa, rezil olmakla kalmayıp, cehaletinizi de tüm çıplağıyla sergilemiş olursunuz.
Sanırım üniversite üçüncü sınıftık.
Mekanik derslerimizden birinde hoca, “uzama katsayısını” anlatıyordu.
Bilirsiniz Türk’ün, özellikle de belli bir konumda olanların yapısında sahiplenme duygusu vardır ve bu dile yansır.
Ya cümleler hep “Benim” diye başlar ya da “kentim”, “okulum”, “kitabım” ,”halkım” diye bir çok şeyin sahibi olunduğu algısı yaratılır.
Gerçi bazen de bu samimiyet ifadesidir ancak genelde siyasiler ya da mevkii sahipleri, üzerinde hüküm sürebilir mantığıyla söyler.
Bizim hocamız da, samimiyetten olsa gerek, her şeyin ona ait olduğunu gösteren takılar kullanarak anlatırdı dersi.
Yine o malum günde, “uzama katsayısını” anlatmak için örnekleme yapıyor.
Aldığı bir ip parçasını ve iki raptiyeyi bize gösterdikten sonra,
“Evet arkadaşlar, gördüğünüz gibi ipimi iki ucundan, raptiyelerimle gergin bir şekilde tahtama tutturdum”
“ ipim iyice gerilmiş durumda değil mi?” diye sorarak ipin gerginliğine dikkat çektikten sonra bomba cümleyi patlattı.
“Ama , şeyimi ortasından tutup çekersem uzar ve bu uzama ölçülebilir” …
İşte tam bu cümleden sonra 200 kişilik anfi koptu.
Herkes, işi edepsizliğe vurdu ve hocaya, “Sizinkinin ne özelliği var, herkesin şeyi çekilince uzar” diye laf atanlar mı ararsınız, gülme krizine girenler mi., utanmazlık diz boyu yani.
Her şeyi sahipleneceğim diye, samimiyet belirtisi gösterirken kullanılan yanlış bir kelime, hocayı “rezil” etmeye yetmişti.
Ya da asıl rezil anfideklerdi ancak sonuçta hoca kullandığı cümleden utanç duyup sınıfı terk etmişti.
Ama ne yazık ki, herkes hocamız gibi, sahiplenmeyi samimiyet göstergesi olarak kullanmadığı gibi, sonucundan da utanç duymuyor.
Misal Türkiye Cumhurbaşkanı’nın, güvendiği için (!) fikir danıştığı “Baş danışmanı” Yiğit Bulut.
Gerçi, Yiğit Bulut derseniz kimse tanımaz, tanınması için “Jöleli” demelisiniz.
Evet jöleli Başdanışman, Kıbrıs’ı öylesine sahiplenmiş, öylesine kendine ait görmüş ki, adanın bütünleşmesi halinde, Türklüğün de, İslamiyet’in de yok olacağını savunmuş ve KKTC için, “Kuzey Kıbrıs Türkiye Cumhuriyeti, eğer o şekilde devam etmek istemiyorsa Türkiye’nin vilayeti olur yoluna öyle devam eder” şeklinde bir hüküm vermiş.
Kendine hüküm verecek yetkiyi bulmuş bulmasına da, keşke KKTC’nin açılımının “ Kuzey Kıbrıs Türkiye Cumhuriyeti” değil de “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” olduğunu öğrendikten sonra yapsaymış bu açıklamayı.
Böylece dünyaya rezil olmazdı.
Cumhur başkanını, en baş danıştığı adam olarak hüsrana uğratmazdı(!)
Ama sanırım bu açıklamayla en çok hüsrana uğrayanlar Kıbrıs’ta bir çözüm olmadı diye etekleri zil çalıp, “Artık KKTC’ tanıtılacak” diye kendilerini avutanlar oldu.
Bu açıklama adeta bu kişilere kapak oldu.
Baksanıza, TC Cumhurbaşkanının fikir danıştığı adam bile, KKTC’nin ilhakından söz ediyor.
Babasının malı gibi görüyor.
Hem de adını dahi doğru dürüst bilmezken.
O yüzden, KKTC’nin tanınacağı hayalinin peşinden koşanlar, hayallerini bir kez daha gözden geçirsinler derim.
Yoksa bırakın KKTC’nin tanınmasını, “KK”’sı gidip, yalnız “TC”si kalacak.
Kim bilir belki de başdanışman dünyaya rezil olduğu kelime hatası, Kıbrıslı için öngörülen kabustur aslında.
Hocanın dediği gibi, belki de “şeylerini biraz çekseler Türkiye’ ye kadar uzanıp bağlanır” diye bir düşünce vardır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.