Göz açıp kapayıncaya kadar yeni yılın iki ayını geride bıraktık, Mart ayına girdik. Kırlar rengârenk çiçeklerle süslendi. Çağla çiçeğinden çıktı. Bahar geldi ama onun tadına varamıyorum. Ben bu zamanlarda bedenimde güneşin sıcağını hissederek kırlarda dolaşmayı, yaban lâlesi, ebegümeci toplamayı çok severdim. Bu bahar ne yazık ki oralarda dolaşırken toprağa endişeyle bakıyor, kazılmış yerler arıyorum. Geçtiğimiz hafta duyduğum o kan dondurucu vahşet haberi belleğime o kadar derin kazınmış ki; her çukurun, her tümseğin altından fetuslar, bebek cesetleri çıkacakmış gibi ürpererek bakıyorum insan eliyle kirletilmiş toprağa. Belli mi olur; belki benim bastığım toprağın altında da o günahsız, dünyayı görmesi kirli ellerle, vicdandan yoksun yüreklerle yasaklanmış; doğmasına izin verilmemiş bebekler yatıyordur diye acı duyarak gerisin geriye eve dönüyorum.
Her gün daha kötüye gidiyoruz. Batacağını bile bile fırtınalı bir denizde yol alan ve her zaman olduğu gibi başkaları tarafından filikaların suya indirilmesini ve kurtarılmayı bekleyen bir geminin yolcuları gibiyiz. Kendi kendimizi kurtaracak gücümüz, yetkimiz ve yeteneğimiz yok. Kaderimizi hep başkaları çiziyor. “Dur” demeye cesaretimiz yok. Korkuyu beklemenin telaşı korkunun kendisinden daha da ürkütücü şimdi ve ben bir mücrim gibi bekliyorum onu. Böyle hissetmem neden diye sorguluyorum kendimi. Teselli olacak kaçışlar bulsam da bunlar bahanelerden ileriye gitmiyor. Bu memleketin bu hale gelmesi hepimizin suçu değil midir? Bize yapılan yanlışları, haksızlıkları, usulsüzlükleri sineye çekmenin, suskunluğun, tevekkülün yeni yanlışlara davetiye çıkarmasının kaçınılmazlığını anlamamız gerekirdi. Ama biz hep “bana ilişmeyen yılan bin yaşasın” zihniyetiyle geçirdik bu uzun yılları. Şimdi yılan o kadar büyüdü, o kadar iştahlandı ki; şerrinden kurtulabilene aşk olsun.
Ben böyle hissederken sözüm ona memleketin sorumluluğunu üstlenenlerin durumunu, neler hissettiklerini merak ediyorum doğrusu. Yine de sokaktaki duyarlı bir vatandaşın bu ada için duyduğu endişelerin zerresini duymadıklarından eminim. Memleketteki usulsüzlüklerden bihaber koltuklarında oturuyorlar. Arada bir Ankara’ya çağrılıyorlar, emirler alıyorlar, imzalar atıyorlar, oralarda kendilerine konuşma hakkı bile verilmezken onlar kendi ülkelerini, kendi insanlarını satıp satıp boynu bükük geri dönüyorlar. Döndükleri zaman da halkın son haddine varan gerilmiş sinirlerinin küçük bir tezahürünün, tahammül edilemeyip yapılan masum bir eylemin; makam arabasının çamurluğuna atılan bir pet şişesinin hesabını soruyorlar. (Tabii ki o da yanlış bir davranıştı ama bu ada halkına yapılan büyük yanlışların yanında çok küçük bir yanlış) Keşke o antlaşma imzalanmasa da çiçeklerle karşılansaydı sayın başbakan. Nihayet her ülkenin, her coğrafyanın kendisine ait olan yağmur ve yer altı sularını bile elimizden kaptıran su metninin imzalanmasıyla bir kez daha satıldık. Bununla da kalmayacağımız gün gibi ortada. Kim bilir sırada daha neler var? Bir beceriksizler ordusunun bizi idare etmesine izin verip, suskun suskun bekleyelim ve sonumuzu hep birlikte görelim.
Herkese ayni şekilde uygulanması gereken adalet, devlet makamlarınca şahıslara göre uygulanıyor artık. Bazılarına hatır gönül, torpil, çıkar, tanıdık zihniyetleriyle davranan, kanunları çiğneten, usulsüzlüklere göz yuman, kayıran; bazılarına da en masum, en basit eylemlerinden dolayı sonuna kadar yasa uygulayan, insan haklarına aykırı uygulamaları reva gören bu ikiyüzlü, hantallaşmış devlet yapısı bizi daha hangi akıbetlere götürecek diye endişe etmemek mümkün değil.
Maalesef ki Yeşil Ada dediğimiz vatanımız, bir skandallar diyarına döndü. Failleri hâlâ yakalanamayan, silahlarla taranan soygun yuvası kumarhanerin, ilkokul çocuklarını bile zehirleyen ama elini kolunu sallayıp ortalıkta gezen esrar kaçakçılarının, sırra kadem basan banka soyguncularının, beş buçuk yaşında çocuklara cinsel tacizde bulunan ve mahkemece affedilen soysuzların ve en sonunda da doğumlarına çok az kalan sekiz aylık bebekleri ana rahminden alıp ücra yerlere, tarlalara gömen, onlara yakıştıracak en aşağı sıfatı bile bulamadığım doktorların günah yuvası haline gelen bir ada olduk sonunda. Yazık oldu bu adaya. Yazık oldu bu adada yaşayan dürüst insanlara.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.