• BIST 9679.73
  • Altın 2968.283
  • Dolar 35.213
  • Euro 36.6812
  • Lefkoşa 16 °C
  • Mağusa 14 °C
  • Girne 16 °C
  • Güzelyurt 14 °C
  • İskele 14 °C
  • İstanbul 13 °C
  • Ankara 8 °C

TAVURİ’Yİ MERKEZ BANKASININ BAŞINA GETİRELİM…

Ayşegül Garabli

Ali Altun’u tanımam.

Kim olduğunu da, medyada gündeme gelince öğrendim.

Perfüzyonistmiş,

Yani Kalp ameliyatlarında hastanın kan dolaşımı ile ilgilenen hemşire.

Hemşire olarak eğitimini tamamlayan birisi, bir süre bu konuya özel kurs alarak Perfüzyonist  olabiliyormuş.

Bu süre, Sn. Dizdarlı’ya göre 6 ay, DAÜ’nün açıkladığı bir programa göre ise 1 ay.

Ali Altun’da, Dr Nalbantoğlu Hastanesinde görev yapan 3 Perfüzyonistten biriymiş.

2013 yılına kadar, işini başarıyla sürdürmüş.

Ancak 2013 yılında, kendisini kaybedecek kadar alkol alıp, silahını çekerek, iki kişiye ateş edip öldürmeye kalkmış.

Tabi ki, bu teşebbüs, içkinin etkisiyle rast gele yapılan bir iş değilmiş.

Ali, “ karısının kendisinden boşandıktan sonraki sevgilisini”  öldürmek için ateş etmiş.

Yani bu olay öyle, “Ali’nin yaptığı bir hata” değil.

Şiddet eğilimli, öfke kontrolünü sağlayamayan bir adamın, bilinçli bir şekilde birini öldürme girişimidir.

Yani öyle birilerinin kullanmaya çalıştığı gibi “ geçmişteki bir hata” değil, bilinçle işlenmiş bir suçtur.

Zaten adalet de, hata değil suç olduğuna karar vermiş ve Ali’yi 4 yıla mahkum etmiş.

Ali hapse gitmiş gitmesine de, yerine ne yeni bir Perfüzyonist alınmış ne de bu konuda yeni bir hemşire eğitilip hazırlanmış.

Hastanedeki işler, kalan iki Perfüzyonist ile kör topal ilerlerken, bunlardan birisi rapor almış ve işler çıkmaza girmiş.

Sağlık Bakanlığı, sorumluluğunu hatırlayıp, üzerine düşen görevi yerine getirmeyip, hastane başhekimi Sn. Dizdarlı’yı çaresiz bırakınca, Sn Dizdarlı da, çözüm olarak bu mahkumun gardiyan eşliğinde hastaneye gelip, ameliyatlara girip, gardiyan eşliğinde tekrar hapishaneye dönmesini bulmuş.

Ne yapsın Sn. Dizdarlı elindeki imkanlarla sorununu çözmeye çalışmış.

Hem de “olayın tüm sorumluluğunu üzerime alıyorum” diyerek.

Ancak, Sn. Dizdarlı’nın böyle bir sorumluk alma hakkı var mı?

Hadi diyelim adamın firar etme ihtimali ile ilgili sorumluluğu aldı, peki hastanın hayatı ile ilgili sorumluluğu?

En risksiz bir ameliyatta bile, kağıt imzalatılarak sorumluluk ya hastaya ya da yakınına verilirken Sn Dizdarlı  bu sorumluluğu alabilir mi?

Ya da alır mı?

Kaldı ki, bu karar birinin hayatına mal olsa, sorumluluğu alsa ne olacak, almasa ne olcak?

O kişiyi geri getirebilecek mi?

Yakınlarının hissedeceklerine derman olabilir mi?

Şimdi “ bu risk hep var” diyenler olacaktır.

Mutlaka ki yaşam risklerle doludur ancak, adam öldürmeye meyilli, öfke kontrolünü sağlayamayan, kin ve öfkeyle hareket edip, eski karısının yeni hayatına bile müdahale etme hakkını kendinde bulan birine insan hayatı teslim etmek de bile bile ladestir.

Belki ameliyatlarda hiçbir sorun çıkmayacaktır ama ya çıkarsa?

Bu ihtimalin olmadığını kim söyleyebilir?

Ameliyat masasında yatan kişi öldürmeye kalkıştığı kişi olursa, soğuk kanlılıkla görevini yapar mı acaba?

Madem sağlık bakanı bu kişiye bu kadar güveniyor, öyleyse neden gardiyan eşliğinde kelepçe ile geliyor?

Firar edebilme ihtimali, birisinin hayatına verebileceği zarar ihtimalinden daha mı önemli?

Öldürmeyeceğine inananlar, kaçmayacağına mı inanmıyorlar?

Kaldı ki, bu kişi bulunmaz “Hint kumaşı” mı?

Bu adam olmasa, ameliyatlar durup kalp hastası herkes ölecek mi?

Devlet, tek bir eleman almaktan aciz mi?

KITAMS yetkililerinden birisi, ada da bir ay eğitimle bu işe hazır olabilecek işsiz 3 hemşirenin olduğunu iddia ediyor.

Hadi diyelim bu iddia doğru değil, bu devlet, denizin altından su, kablolarla elektriği Türkiye’den getirtebiliyor da (!) bir hemşire mi getirtemiyor?

Yasal mevzuat da dahil her koşul bu konuda bir kişinin getirilmesi için uygun iken, hem devleti aciz durumuna düşürüp, hem de insan hayatını riske atabilecek bu kararda ısrar niye?

Bakanlık bu kişiye, hapishanedeyken hangi psikolojik desteği verdi ya da nasıl bir rehabilitasyon sağladı ki, güvenip insan hayatı teslim edebiliyor.

Elbette ki, mahkumlar toplumdan dışlanmayıp, topluma kazandırılmaları için çaba harcanmalı ancak bu işledikleri suç ile yapacakları iş arasında bir zıtlık oluşturmamalı.

Mesela Ali ,hemşire eğitmeni olarak faydalanılarak  topluma kazandırılamaz mı?

Ya da farklı bir görev verilerek.

İlle de eski görevi mi olmalı?

Adam öldürmeye kalkan birisine tekrar insan hayatı teslim etmek için, Hapiste yatmış olması ve cezasını çekmiş olması yeterliyse, Tavuri’yi de merkez bankasının başına getirelim.

Ya da oğlu minik Mustafa’ya tecavüz eden  Erol Diker’i anaokulu müdürü yapalım.

Nasılsa yatıp cezalarını çektiler, onların da topluma kazandırılma hakları yok mu?

O zaman katile, “adalete saygılı davrandı” diye ceza indirimi yapan sisteme neden kızıyoruz?

Eğer bu şekilde, şikayet ettiğimiz sistemsizliği besleyeceksek, “sistemden” niye şikayet ediyoruz?

O çok şikayet ettiğimiz “Sistem” bu şekildeki sistemsizliklerle oluşmadı mı?

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları