İşte Cinso Medya adlı site, bu cinsiyetçi yayınlardaki dili 4 kişilik bir editör kadrosu ve onlarca misafir yazarla takip edip, ifşa ediyor.
Peki, ifşa etmek işe yarıyor mu?
Sitenin editörlerinden Aspurçe Gizem Koçak, bu soruyu, “Ne zaman kadınlar birleşip 'Bu yanlış, biz bunu ekranda görmek istemiyoruz' dedi, o zaman onu ekranda görmemeye başladık” diyerek yanıtladı.
Koçak, şunları söyledi:
"Bizim gibi rahatsız olanlar çoğaldığında toplumun büyük kısmı gerek görsel gerek yazılı gerek sosyal medyada bu içeriklere itiraz etmeye başlayacak ve o yayınları görmekten kurtulacağız diye düşünüyoruz. Yolumuz uzun ama pes etmeye niyetli değiliz!.."
"Feminist yancısı" erkekler…
Alper Koç da, sitenin erkek editörlerinin sosyal medyanın "trol erkekleri" tarafından "feminist yancısı" olmakla eleştirildiklerini ifade etti.
Koç, kendilerine yönelik tepkileri şu sözlerle anlattı:
"Erkekler olarak erkeklere meram anlatmak inanılmaz zor bazen. Çoğu erkek sürekli defansta, bize 'Abartıyorsunuz, biz tecavüzcü değiliz ki, biz tacizci değiliz ki, biz iyi erkeklerdeniz' gibi asabi savunmalarla dönüyor. Bunların hepsi öğrenilmiş tepkiler olduğu için ilk akıllarına gelen hareket bu oluyor. Kendileri bireysel olarak 'iyi' insanlar oldukları için sorunu çözmüş olduklarını düşünüyorlar. 'Git başkasına anlat' diyorlar.
Oysa cinsiyetçilik böyle bir şey değil. Maço, kıskanç, şiddet yanlısı veya sarkıntılık eden erkek olmayabilirsin ama cinsiyetçilik toplumda var olduğu sürece bireysel pozisyonun ne olursa olsun erkeklik ayrıcalığından yararlanmaya devam ediyorsun."
Tecavüz, hardcore seks mi?
Tacizi, tecavüzü komedi unsuru olarak kullanan filmlerin arttığına dikkati çeken Koç, örnek olarak "Kötü Kedi Şerafettin"i verdi.
Şerafettin'in özellikle ilk çıktığı zamanlarda hem tacizci hem tecavüz eden hem de tecavüz ettiklerini öldüren bir karakter olduğunun altını çizen Koç, "Genelde iyi yürekli ve eğlenceli bir karakter olduğu için arada sırada yaptığı tecavüzleri okur olarak hemen affediyordunuz" dedi.
Koç, "Filmin yönetmeni Mehmet Kurtuluş ve karakterin yaratıcısı Bülent Üstün, Mirgün Cabas'ın Her Şey programına çıktı. Mirgün Cabas çok güzel bir soru sordu: Tecavüz mizahı sorunlu değil mi sizce? Bülent Üstün gülerek, 'O bir kedi, kızlarla hardcore sevişiyor' dedi. Gerçekten doğru mu duydum dedim hayretle. Tecavüz eşittir hardcore seks diye düşünen sanatçılar var halen, inanılmaz" diye konuştu.
"Şiddet tekrar ve tekrar normalleştiriliyor"
Elçin Poyraz ise, tecavüz mizahının tecavüze uğrayan kadınların yaşadıkları travmayı yok saydığının altını çizdi.
Poyraz, şunları söyledi:
"Bugün tecavüze uğrayan, tecavüze uğradığını, rızası olmadığını bir takım hakimlere, savcılara kanıtlamak zorunda, o da eğer şikayet edebilirse!.. Tecavüz sanığına 'saygın tutum' indirimi uygulanan kararları hepimiz biliyoruz. Üstüne bir de tecavüz mizahı eklenince bu travmayı yaşamış insanlarla resmen dalga geçiliyor.
Bu ürünleri üreten, bu beyanları söyleyenler ne yazık ki kendilerine bunu hak görebiliyorlar. Kadına yönelik şiddet toplumda üretildikten sonra bu gibi araçlarla tekrar ve tekrar normalleştiriliyor."
Peki ne yapmak gerekiyor?
Alper Koç, bu soruyu şöyle yanıtladı:
"Cinsiyetçi söylemi sadece yasaklayarak bu işi çözemezsiniz. Aynı zamanda ekrana çıkıp cinsiyetçiliğin neden sorunlu birşey olduğunu anlatmaları için kadınlara platform da sunmanız gerekiyor. 'Kadınlar çiçektir' demekle olmuyor bu iş. Reyting kaygısına takılmayacak ve gece yarısına itilmeyecek feminist programlar yayınlanmasına ihtiyacımız var."
Sinemacı kadınlar da tepkili: "Artık Yeter"
Bu arada tecavüz komedisinin filmlerde yaygınlaşması üzerine bir grup sinema yazarı kadın "Tecavüzün Komedisi Olmaz: Artık Yeter" başlıklı ortak bir bildiri yayınladı.
Bildiride, sanatın ve sinemanın bir toplumu yeniden inşa etme gücü olduğuna işaret edilerek, "Bu gücün kadınların, eşcinsellerin ve trans bireylerin aleyhine kullanılması kabul edilemez" denildi.
Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğumuz Bahçeşehir Üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema-TV Bölümü Öğretim Görevlisi Gülengül Altıntaş ve sinema yazarı Gözde Onaran, şunları söyledi:
Medya, sinema ve reklamlardaki cinsiyetçi dil ne kadar önemli?
Gülengül Altıntaş: Medyanın etkisi elbette önemli ama medyanın asıl gücü hakim söylemi yeniden üreterek pekiştirmek. Dolayısıyla kültür değişmeden ana akım medyanın değişmesini beklemek çok gerçekçi değil. Bu medyadaki ayrımcı, cinsiyetçi, nefret söylemini eleştirmemeliyiz anlamına gelmiyor. Tüm gücümüzle, tüm sesimizle karşı çıkmalıyız. Ama medya sorunun kaynağı değil.
Sorunun kaynağı devletin aklının kadına yaklaşımı, kadına karşı işlenen suçların hukuki olarak cezasızlaştırılması, kadının sosyal haklarının kısıtlanması. Kadının özgürleşmesi için, kadının eğitim ve çalışma hayatına katılımını kolaylaştırıcı yasal düzenlemeler; kadın çalışan kotaları, maaş düzenlemeleri, işyerlerinde kreş, doğum izni ve doğuran kadınlara uygulanan ayrımcılığa karşı önlem niteliğinde yasalar olmalı, kadına karşı işlenen suçların cezaları artırılmalı, pozitif ayrımcılık yasal bir hak olarak güvence altına alınmalı.
Zaten kadın hakları mücadelesinin öncelikleri de bunlar. Hakim söyleme cevap yetiştirerek ancak yerimizde sayarız. Zaten söyleme karşı söylem üretmek bizi hapsettikleri bir mücadele alanının dışına çıkamamak anlamına da geliyor. Kendi söylem alanlarımızı yaratmalıyız.
Gözde Onaran: Bu tür tek yönlü sebep-sonuç ilişkileri kurmak bana tehlikeli geliyor genellikle. Şu anda anladığımız şekliyle 'medya'dan, TV'den, sinemadan çok çok öncesine dayanan bir ataerkil kültür söz konusu. Yakın zamanda hayatımıza bu kadar yoğun girmeye başlayan medyayı, bu kültürün içinden çıkmış bir oluşum olarak ele almak gerekir. Böyle bakınca, bazı filmlerin ya da TV dizilerinin aynı dili sürdürüyor olmaları çok şaşırtıcı değil. Dolayısıyla iki yönlü bir ilişkiden söz edebiliriz belki. Ataerkil yapının içinden çıkan bazı eserlerin o yapıyı beslediğini, o dili 'normalleştirdiğini' böylece de o yapının devamlılığını sağladığını söyleyebiliriz.
Bu sektörlerin topluma sunduklarını takip edip, bunları ifşa etmek bir yere kadar etkili oluyor. En azından birilerinin 'normal' olarak algılanmakta olan bir durumun hiç de öyle olmadığının, birilerini rahatsız ettiğinin farkına varması bile önemli. Tarihte de bu şekilde başka pek çok feminist müdahale yapılmıştır. Aklıma hemen Guerrilla Girls'ün işleri geliyor örneğin.
Tüm bunlar sadece kadınların meselesi mi?
Gülengül Altıntaş: Elbette sadece kadınların meselesi değil, kadınlar özgürleşmeden toplum da gerçek anlamda özgürleşemez, sağlıklı bir sosyal yapı kurulamaz. Ama bunlara çözüm bulmak, kafa yormak da tabii ki öncelikle kadınların görevidir, sorumluluğudur.
Yıllar süren mücadele geleneği bize gösterdi ki kadın mücadelesi bir yere kadar erkekten arındırılmış bir bölge olmak durumunda. Bu uzun ve tartışmalı bir mesele ama ben de 'erkekler lütfen bir geri çekilsinler'ciyim. En azından eşitlik mücadelesi içinde cinsiyetler arası farklı bir dayanışma kültürü doğana kadar, kaş yaparken göz çıkarmasınlar, kendilerini cansiperane ön saflara (kadınların önüne) atmasınlar, bizim adımıza konuşmasınlar, yol göstermesinler, akıl vermesinler. Bir durup dinlesinler, anlasınlar, dayanışmaya oradan başlasınlar.
Gözde Onaran: Elbette hayır!.. Patriarkayı çift yönlü bir bıçak olarak düşünüyorum ben genellikle. Her iki tarafı da yaralayan bir yapı bu. Geleneksel anlamıyla 'erkek' olmak istemeyen pek çok insan var fakat o kimliğin içine sıkışıp kalıyorlar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.