Terör olayları kişiselden çok toplumsal bir sorundur. Çünkü her insanın kişisel kimliğinden başka bir de milli kimliği vardır ve bu milli kimlik de vatan demektir. Bu yüzden vatana ait bir tehdit kişiye yönelik bir tehdittir ayni zamanda. Her ne kadar herkes kendi hayat amacını ve anlamını inşa etmek zorundaysa da nereye varacağı belirsiz, her gün kayıp haberleriyle yasa boğulan ve travmalar yaşayan toplumlarda güvenlik hissi çok önemlidir ve devletin otorite gücünde bir zafiyet hissedildiği zaman kendi varoluşumuzda da bir tehdit algısı oluşur. Böyle durumlar hayatın anlamını yeniden sorgulamak ihtiyacı doğurur.
Geçen haftaki yazımda son yıllarda kişisel ve toplumsal hayatımızı olumsuz yönde etkisi altına alan terörden ve onu gerçekleştiren teröristlerden bahsetmiş ve bireylerin kişiliklerinin oluşmasında çocukluk ve ergenlik döneminin önemini vurgulamış, yetişkinlik döneminde oluşacak kişilik ve karakter yapısında bu iki dönemin ne kadar önemli rolü olduğundan; bu dönemleri iyi geçirmemiş bireylerin bir kısmının yanlış kişilerin fikirlerini benimseyip yanlış yollara meyilli olabileceğinden söz etmiştim.
*****
Erken çocukluk şartları aile ve çocuk demektir. Bu da ilk önce anne, baba anlamına gelir. (Annesi, babası olmayan çocuklar da iyi bir ortamda, hatta yetiştirme yurtlarında bile tıpkı bir aile ortamındaki gibi sevgi ve şefkatle büyütülmüş olabilirler.)
Bazı aileler çocuklarını büyütürken farkında olmadan veya pek ciddiye almadan yaptıkları bazı yanlış davranışların, ileride ne kadar büyük sorunlar doğuracağını hesaba katmazlar. Basit sandıkları bu hataların evlatlarını, kendilerini ve başka insanları ileride ne denli büyük çıkmazlara sokacağını kestiremezler. Örneğin veliler çocuklarını çok şımartmayı, istediği her şeyi almayı genelde sevgilerinin göstergesi sayarlar. Bazıları çocuklarına ilgi göstermez kendi hayatlarını yaşamaya bakarlar. Bazıları da çocukları arasında ayırım yaparlar; birini daha çok sevip her istediğini yapmaya çalışırlarken diğerine yok sayacak kadar az ilgi gösterirler. Bu durum hem şımartılan hem ihmal edilen çocuk için olumsuz etkiler yaratsa da genelde güçlü ve sağlıklı görünenin daha çok aleyhinedir ve duygusal gelişiminde ona daha çok zarar verir. Hasta veya çelimsiz olan çocuğa hep toleranslı davranılırken diğerinin duyguları pek dikkate alınmaz. Bunun sonucu olarak da zamanla ya isyankâr, ya suskun ve tevekkül etmiş, kendine güvensiz bir karakter yapısı ortaya çıkar.
“Eğer beni dinlersen, eğer başarırsan, eğer özür dilersen” gibi şartlandırmalar ise ergenlik dönemindeki kişinin öz güven ve kişilik gelişimini olumsuz yönde etkiler. Onun düşüncelerini ifade etmesine izin vermeden, fikirlerine saygı duymadan yapılan bu uygulama ergeni kendi kabuğuna çekilmeye, duygularını bastırmak suretiyle kendini sanal bir güvenlik çemberinin içine hapsetmeye iter. Bu da onun kişilik gelişimini etkiler. Böyle bir yaşam alanında da kızgınlık, kırgınlık ve korku kişinin tüm benliğini sarar. Yargılanmamak, eleştirilmemek için hep şartlanmak ve kabullenmek zorunda kalır. Gelişme dönemindeki gence ailesinin farkında olmadan bıraktığı bu miras onun tüm hayatında etkili olur.
Çocukluğunda ve gelişme dönemlerinde terk edilmişlik, önemsenmezlik ve sevilmeme duygusu bilinçaltına yerleşmiş olan kişilerin bir kısmı kendi iradelerini kullanarak doğruyu bulurlar. Bazıları ise özgüven sorunu yaşarlar. Bu durumlarını da çalışma, aile ve sosyal hayatlarına taşırlar. Başkalarıyla iletişim kurmakta zorlanan bu kişiler, ezikliklerini suskunluk ve ağırbaşlı görünümleri ile kamufle etmeye çalışırlar. İyi bir dinleyici izlenimi uyandırırlar. Aslında bunun gerçek nedeni kendilerine ait fikirleri olmayışı veya olsa bile bunu dile getirecek cesaret ve özgüvenden yoksun oluşlarıdır. Anne- babasının evinde hep yönetilmeye alıştıklarında dolayı yaratıcı özellikten tamamen yoksun ve kendi başına bir şey yapmaktan, bir işi başarmaktan acizdirler. Başkalarının başarısını hazmedememekle başlayan içsel hezeyanları zamanla kıskançlık hatta düşmanlık boyutlarına kadar ulaşır. Öyle bir yapıya sahip olan kişinin bir zaman sonra bu hezeyanları içsel olmaktan çıkar ve dışa vurur. O artık, aniden infilak eden bir volkan gibidir. İçinde biriktirdiği kompleks ürünlerini dışarı püskürtmeye başlar. Ruhsal sorunları artık çılgınlık derecesine varmış, tamamen dengesizleşmiş, hatta tehlikeli olmuştur. Bu püskürme sadece kendine ve ailesine değil topluma da büyük zarar verir. Hayata ve insanlığa adeta düşman gibidir. Bu yüzden de kötü emelleri olan insanların güdümüne çok rahat girer ve içindeki nefreti acımasızlıkla susturur. Can almaktan, ve acı vermekten mutluluk duyar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.