• BIST 9949.01
  • Altın 2976.723
  • Dolar 35.1352
  • Euro 36.6264
  • Lefkoşa 8 °C
  • Mağusa 9 °C
  • Girne 14 °C
  • Güzelyurt 8 °C
  • İskele 9 °C
  • İstanbul 8 °C
  • Ankara 3 °C

Tevekkül mü, direniş mi?..

Hatice İNTAÇ

Şarkılar bile çare değil martıları uçurmaya
Sular bulanmaya görsün gönül bağında
Ne havai fişekler aydınlatır gökyüzünü
Ne şelâleler temizler suları

Bu saatten sonra… (*)

Günlerdir elim kaleme gitmiyor. Ağız alışkanlığı işte… Tuşlara demem lâzımdı. Eski bir alışkanlıkla kalem diyorum kâğıdın hatırının kalacağını hesaplamadan. Oysa tek başına eksik ve yalnız kalıyor kalem. Kâğıt olmadan kalemin hükmü olur mu hiç?.. Kalem ve kâğıt… Birbirini tamamlayan iki dost; adeta ruh ikizi.. Kurşun kalemler, tükenmez kalemler, değişik renkli mürekkeplerle doldurulan dolma kalemler… Gerçi okullarda hâlâ kullanılıyor ama eskisi gibi revaçta değiller artık. Hele dolma kalemler hepten tarihe karıştılar. Markaları vardı onların. En güzellerini alabilmek için ya harçlıklar biriktirilir ya da başarılı olma halinde yakınlarımız tarafından hediye edilirlerdi. Tropen ve Pelikan markalar en revaçta olanlardı. Şişelerde satılan mürekkeple doldurulurdu bu kalemler. En çok da mavi renkliydi mürekkep. Yeşili de vardı. Mesela özgürlük ve demokrasi yazarı Sabahattin Ali bütün yazılarını yeşil mürekkepli kalemle yazarmış. Kendine has bir kokusu vardı mürekkebin ve kalem kâğıtla buluştuğu zaman o koku daha belirgin olur, yazı yazmanın tadına doyulmazdı. Onlar da diğer alışılmışlıklarımız gibi eskilerde kaldılar. Şimdilerde kalem yerine tuşlar, kâğıt yerine ekranlar kullanılıyor. Yeni nesil eskileri zaten bilmiyordu; bulduğuna alıştı ama eskiyi bilenler için durum ayni olmadı. Öyle olsaydı hep o günlerin hatıraları ile yaşayıp o yaşanmışlıklara özlem duymazlardı.

Teknoloji neleri değiştirmedi ki hayatımızda!.. Belki iyi de oldu... Eskiye oranla bir sürü kolaylıklar en hızlı şekilde ayağımıza kadar geldi. Akıllı telefonlar, otomobiller, uzaktan psikoterapi, sosyal medya v.b şeyler insanlara kolaylık sağlamasına sağladı da, o kadar da abartıldı ki ihtiyaç olmaktan çıkıp ruhsuz, aptalca kullanılan ve en nihayetinde insanlığa zarar veren buluşlar haline geldi. Teknoloji aslında bir bilim dalıdır ve dünyanın değişen şartlarına uyum sağlaması bakımından faydalıdır da. Bu yüzden onun bize kazandırdıklarını inkâr edemeyiz. Ancak doğru kullanılmadığı zaman faydasından çok zararları da vardır. Bu yüzden onu kullanırken faydalı olma amacının dışına çıkılmamalı; kendimizi kontrol altında tutmayı başarabilmeliyiz. Bunu başaramadığımız takdirde sosyal yaşantımız, çevremiz, zihinsel ve bedensel sağlığımızın zarar göreceğini hep aklımızda tutmalıyız.

“Eski dostlar” sıfatını yakıştırdığım ve hayatımın uzun dönemlerini onlarla geçirdiğim kaleme, kâğıda vefa borcumu birazcık da olsa yerine getirdiğime ve teknolojiye de “merhaba” dediğime göre şimdi ekrana ve tuşlara dönme vakti… Yazımın başında da dediğim gibi elim bugün ne kalemle kâğıda, ne ekranla tuşlara gitmiyor. Yine de bir şeyler yazmam lâzım.
******
Bazen sıkılır insan her gün farklı ağızlardan ayni şeyleri duymaktan, dinlemekten. Değişmeyen, değiştirilmeyen, hatta değiştirmek bir yana gün geçtikçe toplumu sosyal ve ekonomik yönden daha da geriye götüren icraatlardan bıkar, yorulur. Bir kaçış arar beynini, zihnini dinlendirecek. Bir sığınak arar ruhunu sakinleştirecek. Bazen kaçmak ister içinde bulunduğu düzenden ama dünyanın neresine gitse duygularını, düşüncelerini de birlikte götüreceğini bildiğinden kaçmak da çare olmaz. Esasen dünyanın bu çivişi çıkmış zamanında hangi yer daha huzurlu, daha güvenli olabilir ki?.. Şarkılardan, şiirlerden medet umar bir zaman, ama onlar bile içindeki hezeyana çare olmaya muktedir olamaz. Uzun süren ve yenilerinin eklenmesiyle çoğalan mutsuzluklar, sevilen birtakım alışkanlıklardan da zamanla soğutup uzaklaştırır fark ettirmeden insanı. Yaşama azmi yerini, yavaş yavaş tevekküle devreder. Tevekkül!.. Yenilgiyi, çaresizliği kabullenmek ve mücadeleden vazgeçmek demektir ki bu da insanın kendine olan inancını ve gücünü yok eder. İşte uzun yıllardır Kıbrıs Türkleri bu duruma getirilmeye çalışılmaktadır.Bir yanda Güney Kıbrıs Rum yönetimi, bir yanda Türkiye Cumhuriyeti.. Birisi bizi elinden gelse bir kaşık suda boğmak ve adanın tümüne sahip olmak isterken, diğeri kendini sahibimiz sanıp kendi kültürümüzden, inancımızdan, gelenek ve göreneklerimizden vazgeçirip kendine benzememizi ister. İstemekten de öte; emreder…

Bunun en hat safhası da Türkiye’de 31 Martta yapılan Belediye seçimlerinde yaşanmış ve kamunun demokrasi ve hukuka olan inancını iyice sarsmış; adeta yok etmiştir. İktidar en akla gelmez, saçma sapan ve yalan itirazlarla YSK yı kendi lehine oy kullanacak üyelerle doldurup İstanbul’daki seçimi yeniden tekrarlama kararı almaya mecbur etmiş, bu şekilde halkın iradesine saygısızlık; kazanılan bir hakkı gasp ederek de dilinden düşürmediği Müslümanlık dininin en büyük günahını işlemiştir. Bunlar yetmezmiş gibi şimdi de yıldırma, tehdit operasyonlarına başlamış, yalan ve iftiralarının dozunu artırmış, konuşma ve fikir özgürlüğüne tahammülü kalmayarak zorbalıkla, baskıyla kendini ve partisini empoze eder hale gelmiştir. Bu konuda o kadar ileri gidilmiş ki iyi niyetli bir slogan ( her şey çok güzel olacak) bile onların öfkesine zirve yaptırmış, halka “Bu kadarı da çok fazla” dedirtmiştir.
Acı bir gerçektir ki bu iktidar yıllardır tüm gücünü negatif söylemler, düşmanlaştırma, aşağılama ve ötekileştirme üzerine kurmuştur ve artık buradan dönüş yok gibi görünüyor. Oysa siyaset bilimi, dışlayıcı politikalar güden iktidarların tarihte her zaman çöktüğünü gösterir, bu tip iktidar yapılarının er ya da geç çökeceğini söyler.
******
Her ne kadar tevekkül ve kabullenme fark ettirilmeden dayatılsa da insanın özgürlüğünden ve haklarından vazgeçmesi o kadar da kolay değildir. Bu yüzden de kendine göre çözümler arar. Başkalarının güdümüne girmeyi reddeder. Neticede düşünce, döner dolaşır yine ayni konulara demir atar. Zorlamalarla onu başka mecralara çekmek mümkün olmaz. İnsan zihni kendi bildiğini okur çoğu zaman. Duyarlı olan hiçbir insan kendini içinde yaşadığı ülkenin ve toplumun sorunlarından soyutlayamaz. Soyutlayanlar aşırı benciller, empati ve duygu yoksunu olanlar veya günden nasıl nemalanacaklarının hesabını yapanlardır ancak. Akıllı geçinen bu zatlar, aslında o kadar gaflet içindedirler ki; bu olumsuzlukların eninde sonunda kendilerini herkesten çok etkileyeceğini hiç hesaba katmazlar. Onlar, sanki ölümsüzlüğün sırrını bulmuşlar da sonsuza dek yaşayacaklarmış gibi haksız yere elde ettikleri malın, mülkün, paranın, iktidarın gücüne sığınmanın keyfini yaşarlar ama nereye kadar?...

(*) Karabasan adlı şiirimden

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları