Münster Üniversitesi'nin Almanya'daki Türkiye kökenliler arasında yaptığı bir araştırmaya göre, ikinci ve üçüncü kuşak göçmenler topluma birinci kuşak “misafir işçilerden” çok daha iyi uyum sağlamış durumda. Ayrıca ikinci ve üçüncü kuşak, kültürel kimliğini birinci kuşağa kıyasla daha fazla savunuyor. Berlin'de yayımlanan Die Welt gazetesinin araştırmayla ilgili yorumu şöyle:
“Araştırma ilk bakışta, başarılı bir uyumun göstergesi niteliğini taşıyor. Zira katılımcıların yüzde 90'ının kendini Almanya'da rahat hissettiklerini belirtmiş olması, en iyimser tahminlerde bile yer almazdı. Ama yüzde 51'inin hala kendisine ikinci sınıf vatandaşmış gibi davranıldığını düşünmesi tam bir tezat. Ve de bu bir göçmen toplumunda karşılaşılabilecek karakteristik bir gerilim durumu. Göçmenler artık dâhil oldukları ulusun değişmez bir parçası olmak isterken, köklerinin dayandığı ülkelerle de –kültürel bir ayırımın göstergesi niteliğindeki- bağlarını da koparmak istemiyorlar. Temelde bir yabancı olma duygusu ve ayrımcılığa uğruyormuş hissiyatı eğilimi eş anlamlı kimliklerinin bir parçası.”
Essen kentinde yayınlanan Neue Rhein Zeitung'un aynı konudaki yorumundaysa şu satırlar göze çarpıyor:
“Özellikle Türkiye kökenli gençler kendilerini burada rahat hissediyor. Ailelerinden daha az camiye gidiyorlar, dinin gereklerini yasaların üzerinde tutmuyorlar. Ancak din yine de onlar için önemli bir kimlik unsuru. Dışlanma- gerçekte karşı karşıya kalıp kalmasalar ya da sadece hissiyat olarak var olsa da- aksileşmeye neden oluyor. Buna kendilerini toplumdan ayıran bariz ve şovenist bir gurur oluşumu da dahil. Ya din ya da köken konusunda. Buna son olarak Ermeni tasarısının kabulünden sonra genç Türkiye kökenlilerin kendilerinin yaşamak istemediği ülkenin diktatörüne destek veren hallerinde şahit olduk.”
Berlin'de yayımlanan Tageszeitung gazetesiyse Yunanistan ve Türkiye'nin mültecilere yönelik tutumunu taşımış yorum sütunlarına:
“Bu zorlu görevle başa çıkmaya çalışan Yunanistan'ın mültecilerin temel haklarını ihlal ettiği bilgisi yeni değil. Buna uygulamada mülteci teknelerini yarı yolda yakalayıp geri dönmeye zorlamak dâhil. Zira bu hem AB yasalarına hem de Cenevre Mülteci Sözleşmesi'ne aykırı. AB Sınır Koruma Ajansı Frontex birimleri yıllardır orada ve şimdiye kadar Yunan sahil güvenlik ekiplerinin ihlallerine hep müsamaha gösterdi ve bu konudaki en ufak sorumluluğu üzerine almadı. Yunan sahil güvenliğinin Ege'deki faaliyetleri artık ulusal bir mesele olmaktan çıktı. AB'nin Türkiye ile vardığı mülteci anlaşmasından beri Avrupa geneline mal oldu ve bir AB projesine dönüştü. Bu yüzden de AB ve özellikle anlaşmanın mimarı Almanya bu konuda doğrudan sorumlu. Tıpkı geri gönderilenlerin Türkiye'de ne durumda oldukları konusunda olduğu gibi. Özellikle sıklıkla hapishaneye tıkıldıkları ve güvenli olmayan üçüncü ülkelere geri gönderildikleri düşünüldüğünde.”
Märkische Oderzeitung ise hâlihazırda mesafeli olan AB ve Rusya ilişkilerini değerlendiriyor bugünkü baskısında:
“İki tarafın birbirine yönelik kısıtlama, baskı ve iddia sarmalından kurtulmasının yolu, her iki tarafın da bu konuda gerekli adımları atmasından geçiyor. Alman Dışişleri Bakanı bir süre önce durumu şöyle özetlemişti: Yaptırımlar karşı tarafı diz çökmeye zorlama amacını taşımıyor. Hiç kimse Rusya ekonomisinin çökmesinden menfaat elde etmez. Bu Avrupa'nın daha da güvenli hale gelmesine katkı sağlamaz. Ama asıl soru Kremlin'in buna nasıl bir yanıt vereceği. Zira şimdiye kadar uzlaşma çabasına karşılık herhangi bir adım atıldığına şahit olmadık. Yakın gelecekte de bunun aksi bir gelişme yaşanacağı ihtimali düşük. Ama yine de görüşmelere devam etmek lazım.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.