Ahmet Mümtaz Taylan. 55 yaşında. Oyuncu, yönetmen, yazar… Oynadığı unutulmaz karakterlerle Türk sinema ve dizi sektörü tarihine adını yazdıran ve yazdırmaya da devam eden sanatçı. Sanatçı kimliğinin yanı sıra onu tanımlayan bir girişimi daha var, ‘Tuhaf' isimli derginin de kurucularından. Ahmet Mümtaz Taylan, Sözcü HaftaSonu'na konuk oldu ve birçok konuda da çarpıcı açıklamalar yaptı.
– Tuhaf için yaptığınız söyleşilerde felsefi detaylar gördüm. Felsefe ile bağınız ne?
“Yıllardır okuyan biriyim. Beni, işimi, sosyal çevremi ilgilendiren her konuda okuduğum gibi felsefedeki uzantısına da yabancı kalmamaya, felsefeyle işimin bağını koparmamaya çalışıyorum. Fayda üretmek fayda üreten herkes ile ilişki halinde olmak bir anlatıcı olarak susmamak ve üstüme vazife olan her şey hakkında fikrimi söylemeye çalışıyorum. Lisan-ı münasiple tabii.”
– Nedir üstünüze vazife olan şeyler?
“Siyasetten spora, eldivenden merdivene her şeyle ilgilenirim. Yurttaş olarak hiçbir görevimi, sorumluluğumu, hakkımı devretmem. ‘Sen sanatçısın, sanatını yap siyasetle ilgilenme' gibi üstün körü saçma laflar saygı duyduğum şeyler değil.”
– Sanat toplum içindir anlayışına mı yakınsınız o halde?
“Hayır, onların hepsi eski püskü şeyler. Benim yaptığım iş anlatıcılık, yani birilerine bir şeyler anlatmak. Dinlemeye niyetli olan herkese anlatmak konusunda ehliyetim olan her şeyi anlatmaya dikkat ediyorum. Dinlemeyi de aynı oranda hayatımda tutuyorum. Çok dinlerim, soran olursa anlatırım.”
– Sizce ülkede sansür var mı diye soracağım ama…
“Türkiye hiçbir zaman sansürsüz olmadı ki. Bazı dönemlerde sansür azgınlaşır bazı dönemlerde biraz sinikleşir ama hiçbir zaman kaybolmaz, gitmez. Otoritenin olduğu her yerde sansür vardır.”
– Peki şu an sizce hangi döneminde sansür?
“Azgınlaştığı bir dönemde.”
– Sanatçı olarak nasıl hissediyorsunuz sansürü? Sizi nasıl etkiliyor?
“Beni daha yaratıcı hale getiriyor sansür zorlaması. Sanat sansürlendikçe çoğalan bir şeydir. Yani sansürcü ne kadar şalteri indirmeye çalışırsa çalışsın sanat bir yerden pörtler, fırlar, tabiatı gereği öyledir. Bastırıldıkça taşan, köpüren bir şeydir sanat. Meseleleri paylaşma biçimidir drama. Onun için de bu kadar uzun ömürlü bir sanattır. 2.500 yaşında biliyorsunuz. 2.500 yıldır da hakkında şikâyetler, sansürler bitmek bilmeyen bir alandır. Ona rağmen yaşıyor. Bu noktayı herkesin bir kere daha düşünmesi lazım. Neden ölmüyor drama?”
– Sosyal medyaya getirilen düzenlemeye nasıl bakıyorsunuz?
“Sosyal medya pek az özgürlük alanından biridir. Çünkü aracısız bir biçimde orada kendini ifade edebiliyorsun. Örnekse Twitter. Benim en çok vakit ayırdığım mecra. Ancak içinde sansür geçen her şeyden şikâyetçiyim. Benim yerime ne okunmasına karar verilmesi hoşuma gitmiyor. Bunu bir taciz olarak görüyorum. Ne kadar sansür o kadar çok zekâ, o kadar çok yaratıcılık geliştireceğiz.”
HÜKÜMETİ DE MUHALEFETİ DE BEĞENMİYORUM
– Salgın ortaya çıktığında dünyada ilk tercih insan hayatı değil, ekonomi oldu. Yorumunuz nedir?
“Hiçbir ülkenin bir farkının olmadığını, geniş insan topluluklarının bir ortak bilinç geliştirmekte ne kadar zorlandıklarını gördük. O yüzden sistemler önemli, demokrasi önemli, birlikte yaşama kültürü önemli. Her konuda anlaşmak zorunda değiliz ama birbirimizi anlamaya çalışmak zorundayız. Hükümeti beğenmeyebilirsin, muhalefeti beğenmeyebilirsin ki ben ikisini de beğenmiyorum. Beğendiğim yerler varsa söylüyorum. Beğenmediğim yerleri de söylüyorum. Farkındalık yaratmak ve çözümün bir parçası olabilmek umuduyla.”
KADINLARI YAŞATMA KONUSUNDA EKSİĞİZ
– İstanbul Sözleşmesi sizce neden gündemde?
“Her gün kadınlar öldürülürken, yaralanırken, tecavüze, istismara uğrayıp failleri ortalıkta dolaşırken İstanbul Sözleşmesi konusunda benim açımdan tartışılacak hiçbir şey yok. Korumuyor ama belki bir gün korur umuduyla İstanbul Sözleşmesi'nin gündemde ve işler durumda olması gerektiğini düşünüyorum. Sonuna kadar destekliyorum sözleşmeyi. Yaşatır diyemiyorum yaşatmalı, bari o yaşatsın. Çünkü kadınları yaşatma konusunda eksiğiz.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.