[caption id="attachment_92325" align="alignright" width="277"] Doç. Dr. Hamit Caner[/caption]
Birinci tesbit: Kuzey Kıbrısa kaç yeni üniversite açıldı acaba? sorusuyla uyanıyorum her sabah. Ne amaçla açıldı? Ülkeye ne getirecek? KKTC üniversiteler cenneti olacak söylemleri. Yıllardır TC’den gelen öğrenci oranlarının anlamlı bir farklılık göstermemesi. Evet son yıllarda bir artış görünsede bunun yeni ve popular programların son derece hızlı kararlarla açılmasının yarattığı öğrenci akışıyla sağlandığı açıktır. Dünyadaki birçok kalıcı ve lokomotif üniversite (ki bunlar arasında 800 yıllık kurumlar mevcut) yeni programlar açarak çeşitleme yapmaktan çok varolan programların alt ve üst yapı olanaklarını daha da gelistirmeyi ve mezundan çok meslek sahibi bireyler yetiştirmeyi hedef almıştır. Populist bir yontemle program çeşitleme kısa vadede öğrenci akışı sağlasa bile, uzun vadede bize bir tehdit olarak dönecektir. Ani öğrenci azalmaları zaten denk bütçe yapmakta zorlanan kurumlarımızı daha da sıkıştıracaktır. Boşalan programlarda haliyle öğretim elemanı enflasyonu yaşanacak ve bu da özlük haklarına ilişkin başka sıkıntılar doğuracaktır. Simdilerde TC LYS sınavında herhangi bir yüksek öğrenim kurumuna yerleşemeyen öğrenci havuzunun nerdeyse sıfırlanması (ki bu son yıllarda TC’de planlı bir şekilde hızla çoğalan vakıf ve devlet üniversileri bu havuzu sıfırladı.) KKTC Yüksek öğrenim kurumlarının uzun yıllar ağırlıklı olarak bu açıkta kalma olasılığı yüksek öğrenci havuzundan kabul görmesi sanırım kaygı derecemi iyice artırıyor. Başka bir ifadeyle, arzuladığı lisans programına TC devlet üniversitelerine girme ihtimali düşük öğrenci populasyonundan kabul görüyüruz. Özellikle son yıllarda TC'de bir devlet politikası bağlamında çoğalarak artan ve bu tanımladığımız öğrenci populasyonu içerisinde KKTC yüksek öğrenim kurumlarına öğrenci kabulu bağlamında en önemli tehdidi oluşturan Vakıf Üniversiteleri; KKTC üniversitelerini hem kendi aralarında hem de TC Vakıf Üniversiteleriyle öğrenci bulma adına oldukça vahşi bir rekabete sokuyor. Maalesef bu rekabet, üniversilerimizin birçoğunun seçici algılarında ki başarı olcutunun öğrenci sayısına endeksli olması, kalite normları kaygıları taşımaksızın yüksek öğrenimi bir markete, bir sektöre dönüştürüyor.
İkinci tesbit: Üçüncü dünyadan yabancı öğrenci akışında neredeyse bire bir pazarlık noktasında devam eden bir öğrenci kabul modeli; üniversitelerimizi daha ne kadar zaman sürdürülebilir bir yapıda tutabilir ki. Son yıllarda artan yabancı öğrenci sayısının tanıtım çalışmalarından çok, yakın coğrafyamızda, özellikle de Ortadoğu'da olumsuz bağlamda sürekli değişen sosyo- ekonomik, sosyo-kültürel ve sosyo-siyasal istikrarsız ülke yapılarının yarattığı kaos ortamı KKTC üniversilerine vize sorunu olmaksızın kolay kabul, göreceli düşük öğrenci harcı ve coğrafik yakınlık bağlamında bir fırsat yaratmıştır. Bu konjüktör değiştiğinde kalitenin belirleyici olduğu gerçek rekabet koşullarında üniversitelerimiz cazibe merkezi olmayı sürdürebilecekler mi? Diğer yandan daha uzak coğrafyalardan özellikle de Afrika ülkelerinden gelen yabancı öğrenci akışı sürdürülebir mi? Bu ülkelerin birçoğunun OECD’ye göre ya geri kalmış ya da gelişmekte olan ülke kategorilerinde yer aldığını biliyoruz. Çok büyük bir öğrenci potansiyeli hiç kuşkusuz ve bunu bir avantaja çevirmiş gibi gözüküyoruz. Bu ülkelerin henüz yüksek öğrenim alanında da kurumsallaşamamış olması KKTC'ye bir öğrenci akışı sağlıyor. Benzer şekilde vize sorunsalından uzaklık, kolay kabul ve göreceli ucuzluk bir fırsat yaratıyor. Hatta insan ve uyuşturu kaçakçılığı gizli ajandasında ülkeye 'sözde öğrenci' kimliğiyle azınsanmayacak sayıda giriş yapıldığı ve ardından güneye geçiş yapıldığı da biliniyor. Bazen iyilikten maraz bazen de marazdan iyilik doğar. Tanınmamış KKTC’de bazen böyle doğurgan olabiliyor.
Üçüncü tesbit: Kuzey Kıbrısta Yüksek Öğrenime yönelik sistematik bir devlet poltikasından bahsetmek bir talihsizlik olur herhalde. Şu benzetmeyi yapmak yanlış olmaz diye düşünüyorum: “Vakkorama vitrini arkasındaki bit pazarı”. Paliyatif çözümlemelerle üniversitelerimizi genelde neredeyse ‘serseri kurşun isabeti’ raslantısal olarak öğrenci bulma noktasına getiren ilkel Eğitim Bakanlığı yapısı ve özelde de köhnemiş YÖDAK zihniyeti yüksek öğrenim kurumlarımızın bu vahşi neo-liberal rekabet ortamında kalite normlarından yoksun, verimlilik ve üretkenlikten uzak ve sağlıksız bir mali yapıya sahip ‘eğitim marketleri’ne dönüşmesine yıllardır seyirci kalarak o hepimizin umut bağladığı ‘üniversiteler cenneti’ni geriye dönüşü olanaksız bir hızla ‘cehenneme’ çeviriyor. YÖDAK tarafından onaylı daha yeni açılmış birçok üniversitenin mali sıkınlarla boğuştuğunu ve bazılarının da batma noktasına geldiğini hepimiz biliyoruz.
Evet, görüntüde çölde bir vaha KKTC üniversiteleri. Öğrenci kelle sayının referans alındığı küçük ölçekli bir market. Bu marketin kapısına kilit vurulmasını istemiyorsak ivedi ve doğru önlemler alınması kaçınılmazdır. Kısa, orta ve uzun vadeye yayılan bir yüksek öğrenim devlet politikası oluşturulması ve taviz vermeden uygulanması kaçınılmazdır. Çölde serap görmek istemiyorsak eğer bu ağır aksak yol alan üniversitelerimizi rehabilite etmek, onlara yol göstermek ve sahip çıkmak devletin boynunun borcudur. Aksi durumda bunun vebalini hep beraber öderiz. Üniversite sayısını çoğaltmaktan öte öyle ya da böyle bugüne kadar açtıklarımızı daha sağlıklı ve daha kurumsal bir çerçeveye oturtmaktır asal olan.
Kısa Vadeli Olası çözüm önerileri: Yapısal değişiklikler
- Derhal bir yüksek öğrenim bakanlığı tesis edilmelidir. Belki öncesinde bir müsteşarlık oluşturulması ve bunun doğrudan başbakanlığa bağlı özerk bir yapısı olmalıdır. Unutmayalım üniversiteler siyasi, idari ve akademik yapılara sahiptirler. Siyasi çünkü parlamenter ve demokratik rejimin temsiliyeti siyasi erkeyle kesinlikle kaliteli kurumsal bir ilişki düzeyi olmalıdır. İdari çünkü bu devasa eğitim örgütlerinin idari paydaşları da vardır. Ve tabii ki akademik çünkü bilgi üretme asıl amacıdır. Üniversitenin en önemli paydaşlarından olan akademisyenleri de üç ayaklı masalara benzetebiliriz: Bu ayaklar mesleki gelişim, araştırma ve topluma hizmettir. Bu bakış açılarıyla bu organizmaların doğrudan bir bakanlığa bağlı olmasıyla ancak üniversite örgütününün kurumsallaşması ve devlet, üniversite ve toplum üçgeninden asıl beklenen entellektüel işbirliğinin sağlanması mümkün olabilecektir. Ayrıca bu mekanizma çağdaş, hızlı ve sağlıklı bir eğitim yönetimini ve beraberinde de bilgi yönetimini getirecektir.
- Bu yapının altında profesyonel bir YÖDAK organizasyonunun yeniden revizesi veya iptali ve yeniden saygınlığı olan bir yapıya dönüştürülmesi; öyle ki bu saygın akademik oluşumun onay verdiği programlara YÖK'ün de otamatik onayının sağlanması (ilk etapta TC, sonrasında diğer ülkeler). Yüksek lisans ve Doktora programlarının YÖDAK himayesinde olması ve böylece üniversiteler arası hem işbirliğinin artırırılması hem de eşdeğer bir kalite seviyesinin oluşturulması. YÖDAK (objektif 'Kalite Kriterleri'nin oluşturulup tarafsızlık ilkeleri ile birlikte pratikte de uygulandığı yeni yapısıyla) tarafından onaylanan payelerin (Doçentlik ve profesörlük vb.) YÖK tarafından otomatik onayı. Bu YÖDAK'ın saygınlığını da artıracaktır.
- Kuzey ve güney işbirliğinde derhal ortak bir üniversite, belki ortak bir Fakülte (devlet üniversiteleri ile başlangıçta) derhal hayata geçirilmelidir. Bu birliktelik kaliteyi olumlu yönde zorlayacaktır. Sanırım böylesine bir proje güven artırıcı önlemler bağlamında da çözüm sürecine önemli bir katkı koyacaktır.
- Üst düzey bir devlet politikasıyla Bologna sürecine yeniden tüm üniversilerimizin dahil edilmesini sağlamak ve arzuladığımız kalite normlarını da yakalamak. Dahil edilmesek bile daha önce DAÜ'nün yaptığı gibi (daha da geliştirilmeli) arzu edilen kalite seviyesini yakalama adına bu sürece entegre olmak.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.